Başta sayısal çoklukları ile göz kamaştıran (!) siyasal partilerimiz olmak üzere, kağıt üzerinde kalsa da anayasa dahil, görünüşte tüm kurumlar yerli yerinde. Parlamenter rejimdeki Hükümet ve başı olan Başbakan'ın hokus pokus edilişi dışında. Son Başbakan, itaat edip rahat ettiğini söyleyerek baş olmadığını beyan etmişti zaten. O kendi alanını boşalttıktan sonra, (tepedekine) bakan(lar) kalmıştı geriye.

24 Haziran sonrasında geçildiği söylenen, "Cumhurbaşkanlığı sistemi" diye bir sistem yok. Cumhura atıfla icat edenin adı Devlet olsa da, böyle bir tanım uygulanan/uygulanmış devlet sistemleri içinde yok. Görünüşte; Cumhur(!) ittifak yaptı, ortaya bir başkan çıkardı. Her konuda tam yetkili olacağını bilemese de cumhur, özgür olmayan ortama ve özgür iradelerin ipotek altına alınışına aldırmadan devlete bir baş getirmiş oldu. "Ben yaptım oldu" siyasetinin düğmesine basıldıktan sonra arkasının sökük gibi geldiği bir bozulma sürecinin içindeyiz. Deneme, yanılma yolu ya da el yordamı ile yok edilenin yerine konulanlar, ne yapsan derinleşen kurumsal boşluğu örtemiyor.

Görünüşte tüm kurumlar var ama işlevleri farklı. Bu farklılık bir bütün arz etmediği için, karar tek kişide toplanıyor olsa da uyumsuzluk var. Bütünlük, kurumlararası işbirliği, denge, kontrol mekanizması hiçbiri yok. Bir de ekonomide her geçen gün etkisini daha çok hissettiren adı konulmamış krizi ekleyince yönetim adeta felç.
          
Eski otomobiline kurulup, sevdiği şarkılar eşliğinde görüntü veren hayli yaş almış adamın TV'deki huzurlu ve mutlu görüntüsüne bakarken, kendisinin büyük katkısı ile savrulduğumuz yeri, geçim derdinde kıvrananlar ve iş umudu her geçen gün tükenen gençleri düşündüm. Ellerinden gelse düşüncelerimize de ipotek koyacaklar diye de söylenerek.
         
Tarih boyunca insanlık özgürlükler için mücadele etmiş ve bugün anayasalara geçirilen haklar uğruna canlarından olmuşlar. Cumhurbaşkanını siz seçeceksiniz diyerek, anayasanın bizlere tanıdığı haklardan, tüm yetkileri elinde toplayan tek kişiye delege etmişiz gibi uzaklaştırılmış olduk. Her türlü güvence tek kişide toplanıp, anayasaya rağmen kanun hükmünde hükmedebiliyor olması için kurulan sandıktan çıkmış olması yeterli oldu. Toplumun güvenceleri, isteme hakları, itiraz etme yolları sandığa gömüldü. Kendi elleri ile özgürlüklerini bırakma noktasına bir toplumun nasıl gelebileceğinin tarihsel örneklerinden biri daha oluştu. Böyle bir rejimin adı ancak sandık otokrasisi olur.
          
Çok fazla sürmez, yakın bir gelecekte, sadece sandık ile sürdürülemeyecek bu keyfiyet, bir yasal kılıf dayatmaya kalkışacaktır. Anayasadan söz ediyorum. Yeni denilen düzenin kağıt üzerine geçirilmesinden. Bütün güç parti aracılığı ile tek kişide toplanmışsa, kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine geçilmiş demektir. Demokrasiden çıkışın ilanı ve yüzyıllar öncesine geri dönüşten söz ediyorum.

Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi 16. Maddesi der ki; "Hakları güvenceye bağlanmamış, kuvvetler ayrılığı belirlenmemiş toplumun anayasası yoktur."
           
Türkiye'nin OHAL ile gittiği sandığa "seçim" demesi ne kadar yanlışsa, uydu işlevli siyasal partilerin seçilmiş temsilcilere indirgendiği, tek partinin hegemonyasındaki şimdiki Meclis'in anayasa yapması o denli yanlıştır.


Türkiye, yeni yanlışlarla özgürlük ve demokrasinin kapısını sıkıca kapatmasın istiyorsak, uyarılarla yetinmeyip, toplumu bilgilendirecek çabalara girişmeliyiz. Yazık ki CHP, imza krizi ile kendi içine gömülmüş hali ile bunu gerçekleştirecek durumda değil. Üstelik partinin içine anayasa yapalım diyecek isimler sızdı/sızdırıldı. Bunların içinde bölgeselci, yerelciler var. Süslü sözlerle soldan dolanarak ulusal bütünlük ve değerleri küçümsemeye kalkışan!..
             
Burada görev ADD'ye düşüyor. ADD Başkanı, Anayasa Profesörü Süheyl Batum oldu. Kendisini ilk kez okulumuzun konferans salonunda TÜSİAD başkan ve üyeleri ile "Demokratikleşme Perspektifleri" adlı raporunu sunduğunda görmüştüm. Konuşması bittiğinde, yöntemlerinin yanlış olduğunu söylemiştim. "Rapor rapor, kriter kriter, madde madde gelmez demokrasi, gençlere derslerde anlatıyoruz, dışarı çıktıklarında yaşamlarında yok. Bu raporlar yerine, on yıl önce toplumda demokrasi kültürü için çalışma başlatılsaydı, şimdi demokrasi on yaşında olacaktı" demiştim. Salon alkışlayınca, hocanız olduğu için alkışladınız demişti. Kapıdan çıkarken kendisine, birincisi,  salondakilerin hepsi öğrencim değil, farklı bölümlerden geliyorlar; ikincisi, biz şakşakçı genç yetiştirmiyoruz" dediğimde yürüyüp gitti. Eleştirmek yerine, çok güzel bir rapor deseydim insan yerine konulmuş olacaktım. Dilerim ve umarım bu yazıdaki mesajı doğru alır.
           
ADD, tüm Türkiye'ye anayasal bir rejimle anayasalı bir rejimin aynı olmadığını, yeni denilen anayasanın AKP'nin anayasası olacağını, kuvvetler tek kişide toplanmışken, Meclis'in dekor olduğunu, uygulananın Meclis Hükümeti sistemi bile olmadığını, kuvvetler ayrılığı olmayan bir toplumun anayasada sayılsa bile hak ve özgürlüklerini kullanamayacaklarını, dolayısı ile şu an mevcut anayasayı arayacak hale geleceğimizi bir dizi etkinlikle dur durak bilmeden anlatmaya başlamalıdır. Bakkal defterinden farkı olamaz; kuvvetlerin ayrılmadığı, denetim ve denge mekanizmasının yok edilip, işlemez hale getirildiği bir yerde var olan ya da yapılmak istenen anayasanın.
           
ADD de tıpkı CHP gibi başkanlık mücadelesinin çok çetin geçtiği bir kulvar. Atatürkçüyüm diyen herkesin önce onun ilkelerinin neferi, eseri olan Cumhuriyet ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin bekçisi olması gerekmez mi?
           
CHP'nin alaycı üsluplu yazılara konu edilmesinde katkısı olan, kayyum sözcüğü ile anılmasına vesile olan herkesi kınıyorum. En büyük sorunumuz kurum bilincimizin olmayışı. Kurumlarımıza kişilere tutundukça zarar verdiğimizin farkında bile değiliz üstelik...
           
Verilmesi gereken mücadele köklü kurumlara sahip çıkmak değil mi? Başkan kim olsun? sorusunun yanıtı, hırslı olan değil, nefer olan olmalı. Kimseyi ayırmadan tüm örgütü kucaklayan. Herkese bir görev ve sorumluluk veren. Dur durak bilmeksizin çalışan. En iyisini ben yaparım değil; en iyisini birlikte başaracağız diyebilen. Kendisini değil, kurumu yücelten... Kendisini kurumdan üstün görenler, o kurum olmadan nerede olacaklarını sorgulasalar yetecek. "Bu kurum ben baş olursam güçlenir" diyen, neden varsa gücünü baş olmadan eklemez? Önce Başkan seçilmek, sonrada başkan kalabilmek için verilen çabalarla yıpratılıyor kurumlar.
           
Kurum için çaba gösteren; CHP'nin saygın kurumsal duruşuna uygun davranan herkesi, bir nefer olarak onurlu duruş ve çabasını sürdüren Sayın Onur Öymen'in şahsında kutluyorum. Güzel örnekler var ama yazık ki, çabaları, söyledikleri ile gündemde olanlar kadar yer ve değer bulamıyor. CHP'ye örgütü toparlayacak bir ortak akıl ile, ağzı laf yapan ve medyatik değil, sağlam duruşlu bir başkan gerekiyor. İzlediğimiz imza krizi partiye sadece zarar veriyor. Partinin toplum nezdindeki saygın yerini sarsarak iktidardakini öne çıkarmaya çalışan güdümlü medyanın etki alanından çıkmayı başarmak yerine, iyice içine itiliyor CHP. Bir an önce ortak akıl toplantısı yapılmalı ve bu girdaptan çıkmalı parti.
          
Yazıya bir başlık koymadım, adını siz koyun istedim. Dağınık olan siyasal ve toplumsal muhalefetin örgütlenip diriltilmesi için, CHP ve ADD üzerinden  bir çağrı bu aslında; kulak vermesi gerekenlere iletilmesi gereken.