Şimdi düşünüyorum da, buharlı tren ile bir yolculuk yapmak pek keyifli olur. Ancak zaman bol olacak yollarda durulacak fotoğraflar çekilecek anılar tazelenecek.

Ama hep buharlı ile gidilecek, ne bir takviye ne bir mazot kokusu olacak. Buhar kokacak, kömür kokacak, lokomotifin dev tekerlekleri patinaj yapacak, istim salacak, düdük ötecek uzun uzun...
Ayvalık’ta, yapımı 135 yıl öncesine uzanan tarihi bir binada çalışıyorum. Ayvalık Belediyesi hizmet binası, Belediye Başkanı Mesut Ergin’in girişimleriyle restore edilerek Ayvalıklılara kazandırıldı. Muhteşem bir atmosferi var binanın, nefes aldığını hissediyorsunuz adeta.       19. Yüzyıl sonlarında iş insanı Georgala (Yorgola) aldığı bir bilgiyi değerlendirmiş, Ayvalık’tan da geçeceğini düşündüğü Çanakkale-İzmir Demiryolu (inşasına hiç başlanmayan) üzerinde bir konaklama hanı yapmayı kafasına koymuş, özene bezene, o günün koşullarında deniz kıyısında görkemli bir han inşa etmiş. Gel görelim ki, tren yolunun iptal edilmesiyle birlikte hayalleri suya düşmüş, ama bina konaklama hanı olarak da kullanılmış. 


Yorgola Hanı’na tren yanaşsaydı!
Cumhuriyet’in ilanından ve mübadelenin ardından Yorgola Hanı; kışla, askerlik şubesi, hastane, vergi dairesi ve teknik ziraat müdürlüğü olarak hizmet vermiş. Şimdi diyeceksiniz ki neden anlattınız bunları, neden mi? Yorgola’nın hayalinin gerçek olduğunu hayal edin, ama o yıllarda; buharlı tren salınarak, istim saçarak geliyor Ayvalık sahil bandı boyunca, hanın yakınlarındaki İstasyon Ayvalık’ta duruyor, yolcular ellerinde valizleri, hanın önünde valeler tarafından karşılanıyor, binanın arka cephesi turkuaz deniz ve Cunda adasına bakıyor, yolcular birer ikişer odalara yerleşiyor. Lokomatif yine freni boşaltıp, istim salarak, düdüğü sahilden duyulacak kadar öttürerek ayrılıyor Yorgola Hanı’nın önünden, Körfez boyunca yoluna devam ediyor ve Çanakkale’ye kadar uzanıyor, aslında ne güzel olurmuş değil mi? 
Tarihi Kemer İstasyonu'na giderdim
Bunları hayal ederken, geçmiş yıllara gidiverdim, buharlı trenlerle ilgili farklı yıllarda yaşanmış öykülerimi anlatmak istedim. Buharlı trenlere çok büyük bir ilgim vardı. Ayda birkaç kez anneme ses etmeden evden çıkar, yaklaşık 300 metre ilerideki tarihi Kemer İstasyonu'na giderdim. Yine altımda kısa pantolon, ayaklarımda tokyo terlik, sırtımda annemin ağabeylerimin gömleklerinden küçültüp diktiği bir gömlek. Sessizce gişeye yaklaşır sıramı bekler, gidiş dönüş bir öğrenci bileti alırdım. Yeşil renkli karton biletin bir tarafında gidiş bir tarafında dönüş yazardı. Gişenin camında demir parmaklıklar vardı, hep merak ederdim, meğer hırsızlığa karşı önlemmiş öğrendim yıllar sonra. Ahşap banka oturur trenin gelmesini beklerdim sabırsızlıkla. 
Perihan Abla" dizisindeki gibi geçerdi yaşam 
Çocukluğumda pek usluydum, mahalleden dışarı adım atmazdım. Tepecik semtinde Güney Mahallesi’nde doğup büyüdüm, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi bitirene kadar orada yaşadım. O yıllarda pek güzel komşuluk ilişkileri vardı. Boşnak, Arnavut, İştipli, Selanikli birçok Balkan, mübadil, muhacir ve göçmenin yaşamını sürdürdüğü bir semtti Tepecik. Komşular teyze, amca, anne ve baba yarısıydı adeta. Zeytinlik, Boğaziçi, Toros, Kemer, Hilal, Gürçeşme, Gültepe ve Yenidoğan mahalleriyle komşu bir semtti Tepecik. 1970’li yıllarda tam bir "Perihan Abla" dizisindeki gibi geçerdi yaşam. Tek katlı evler, kırmızı kiremitli çatılar, çatılardan, pencerelerden uzanan soba borularından yükselen dumanlar. Sobadan sızan yağlı isler kimsenin üstüne bulaşmasın diye, soba borularının dirseklerine konulan konserve kutuları. Ahşap kepenkli, tokmaklı kapılar. Komşu teyzelere odun kömür gelince, mahallenin gençleriyle birlikte taşımalar, karşılığında demli çay ve poğaca yemeler. Açık hava sinemalarında fink atmalar, Orhan Gencebay'dan şarkılar...
Bu mahalleden iki dizi beş de film senaryosu çıkardı
Alman Kulesi'nde saklambaçlar. Zevk Sineması'nda yabancı filmler, "İyi-Kötü ve Çirkin" Lee Van Cleef'li filmler. Savaşan Sineması'na gidersen, Cüneyt’li, Ediz Hun'lu duygulu, bol gözyaşlı filmler. Yaz aylarında mahalle fırınında boyozlu akşamlar. Sokak aralarında bisiklet turları, sevgiliye göz kırpmalar, romantik aşklar. ‘Teyze, annem gönderdi, bir fincan kahve istiyor’lu yıllar. Hıdırellez'in doyulmaz tadı, mahalleler arasında ateş yakma yarışmaları ve göğe yükselen dumanlar. Tom Miks, Teksas ve Ten Ten, dergi takasları, ciklet paketinden çıkan sporcu fotoğrafları, İnci Cikleti, Madlen Çikolata, İşçiler Caddesi girişindeki kokoreççi Amca. Nazmi'nin Kahvesi’nin önünde tulumba tatlısı satan Sadi Amca, aşureci Polis emeklisi Ali Amca, İzmir sandviçinin kralını yapan Apo Yaşar...
Ömüriş turşuları
Hızlılar, Motosiklet sevdası, plaktan kasete geçiş, tektekçi meyhaneler, ardı ardına açılan birahaneler. 1144 Sokak köşesinde Ömüriş Turşuları. Meyhaneci Faik, Köfteci Ferit, sağcılar İsmet Uç'un, solcular Nazmi Şenhelvacılar'ın kahvesine, kundura alacaksan Özcan Kundura. Et işinde Gültekin Kasap, Manav Sadi Amca, Kırtasiyeci Hüseyin Amca, Yoğurtçu Sadi. Çorbacı Ali (Pehlivanoğlu), Berber İlhan, Şoför Hakkı Ağabey, Fırıncı Muhittin, Eczacı Zahit ve Günay, Samancı İhsan, Gazete Bayi Necati, Foto Gül Selahattin, Foto Sedat, Figora Kuaför (Refik) Pastaneci Muammer Yöngül, Efes Eczanesi Ali Bey ve eşi kedi besler Muazzez Hanım, Gazete Bayi İbrahim, Sandviççi Erol, Gazeteci Alattin, Ayakkabıcı Rio, Berber Cico, Mobilyacı Cavit Fayan, Cevdet Bakkal, Cenaze Malzemecisi Mehmet Selek, Susamcı Hayati, hastalanırsan Eşrefpaşa Hastanesi ve son durak; İzmir Belediyesi’nin gasilhanesi. Renkliliği, çeşitliliği ve ahengi düşünebiliyor musunuz?
Yaşam renkliydi ama televizyonlar da
Sonra ne oldu? İlk renkli yayına geçen televizyonlarla dizi izlemek için hızlanan komşuluk ilişkileri. Kökler, Dallas. Ve sohbetlerin sona erdiği dönemin ardından, apartman sevdası bu güzelim semtin kimliğini ve kişiliğini değiştirdi. Evini Roman kardeşlere satanların bir bölümü Hatay semtine, bir bölümü de Karşıyaka ve Bornova'ya akın ettiler, semti terk edip gittiler! Semtin yapısı son 35-40 yıl içinde tamamen değişti ve sadece Romanlar'ın yaşadığı bir semt kimliğine büründü. İşiyle, aşıyla, emeğiyle geçinen ve ekmek mücadelesi veren Roman kardeşlerim bir yana; yasa dışı işleri tercih eden Romanlar bir yana. İlkokulda ve ortaokulda sıra arkadaşlarım hep Roman çocukları oldu. Onlarla ilişkilerim hep sağlıklı ve keyifli yürüdü, hala görüşürüm İZSU emeklisi İsmail’in evlerine çok girip çıktım, yemeklerini yedim sularını içtim. Tepecik artık Perihan Abla'nın dizisindeki gibi bir semt değil. 
Buharlı tren sevdam
Yazımın başlığında da söz ettim, ayda birkaç kez anneme ses etmeden evden çıkar, yaklaşık üç yüz metre ilerideki tarihi Kemer İstasyonu'na giderdim. Yine altımda kısa pantolon, ayaklarımda tokyo terlik, sırtımda annemin ağabeylerimin gömleklerinden küçültüp diktiği tiril tiril bir gömlek. Sessizci gişeye yaklaşır sıramı bekler, gidiş dönüş bir öğrenci bileti alırdım. Yeşil renkli karton biletin bir tarafında gidiş bir tarafında dönüş yazardı. Gişenin camında demir parmaklıklar vardı, hep merak ederdim, meğer hırsızlığa karşı önlemmiş öğrendim yıllar sonra. Ahşap banka oturur trenin gelmesini beklerdim. 
Homurdanarak girerdi istasyona
Gelişi benim için büyük bir keyifti. Buharlı kara tren Alsancak'dan kalkardı, tekatü (birbirini kesen iki ayrı tren hattının birleştiği yer) hattına geldiğinde ‘takata tıkıtı, takatı tıkıtı’ sesini Kemer İstasyonu’ndan duyardık. Bir heyecanla bekleşirdik. Görevli tantanları tıkır tıkır indirmeye başlar, Gaziler Caddesi'nin her iki yanından gelen araçlar sürücüleri sabırla beklerdi. Çok büyük bir araç trafiği de yoktu o zamanlar. Her iki tarafta bekleyen araçlardaki sürücülere hava atarcasına gümbür gümbür istasyona bir girişi vardı trenin. Makinist buharı salardı, sanki durmayacakmış gibi geçerdi ve ağır ağır yavaşlayıp demir tekerleklerin raylarla buluşmasıyla çıkan ince bir ses duyulurdu. Yine sessizce binerdim Seydiköy trenine, 2.sınıf ahşap koltuklara oturup Meles Çayı'na bakan cam kenarında yerimi alırdım. Hareket amirinden yeşil ışıkla "tamam" işaretini alan makinist, rayların üstünde tekerleklere patinaj çekerek kalkışını yapardı ve çok kısa sürede hız kazanmak için acele ederdi. Çünkü birkaç dakika içinde Gürçeşme yokuşuna gelecek ve hızını ayarlayamazsa büyük bir olasılıkla patinaj hızlanacak ve durma noktasına kadar gelebilecekti. Genellikle de Gürçeşme yokuşunda sorun yaşamayan makinist yoktur. Seydiköy treni yokuşa geldiğinde homurdandı, şöyle bir silkelendi, patinajlar hızlandı, tekerlekler boşa dönmeye başladı, çıkamıyordu nedense. Ateşçi trenden indi, tekerleklerin altına rayların kenarlarını sıkıştırmak için konulan çakıl taşlarından yerleştirmeye başladı. Beş-altı vagonun altındaki tekerleklerin hemen hepsine çakıl taşı koydu. Ardından makinist uzun uzun düdüğünü öttürdü ve demir tekerlekler patinaj yaparak kalkmaya başladı ve bir anda hızlandı. Yokuşu geçtikten sonra rahatladı tren tıkır tıkır yoluna devam etti. Hemen her bindiğimde benzer durumlar yaşıyordum. Bana öyle bir keyif veriyordu ki. Vagonda biletçinin gelişini beklemek bile heyecanlıydı, kapıdan ‘Biletler’diye seslenir, bileti alır nedense arkasına ve yüzüne şöyle bir bakar, döner bir de benim yüzüme bakar gidiş tarafına elindeki alet ile bir delik açardı ve sıkı sıkı saklamamı tembihlerdi.
Seydiköy heyecanı
Bir tarafı delik bileti kısa pantolonumun cebine iyice saklardım. Seydiköy'e ulaştığımda istasyona iner, tren vagonlarından adeta bir tören edası ile ayrılan buharlı lokomotifin birkaç yüz metre gidişini izlerdim, sonra gözden kaybolurdu. Birkaç dakika sonra buharlar saçarak dönüş yapmış olarak, vagonların bu kez gidiş yönünde ilerler hat değiştirir ve tekrar vagonlara bağlanırdı, buharlının dokunmasıyla birlikte vagonlar geriye doğru gider gelirdi. Bu ray değiştirme işini izlerken büyülenirdim, makinisti ve yanında kürek kürek kömür atan ateşçiye hayran olurdum. Tüm bunlar yaşanırken kesinlikle istasyondan ayrılmazdım, başıma bir şey gelir diye çekinirdim! Tren kalkış saatine kadar istasyonda bir ileri bir geri dolaşıp dururdum. Tren dönüşü tamamladıktan sonra vagona biner, ahşap koltukları kurulur dönüş heyecanını yaşamaya başlardım. Ve en önemlisi anneme bir şeyler uydurmak için pratikler yapardım. Bu kaçamakları babamın ani bir kalp krizi sonucu kaybedene dek yaptım. Ondan sonra sanırım babam gidince bir güvensizlik gelmiş olmalı!  Bir daha tek başıma tren yolculukları yapmadım. 


Kurtalan Ekspresi sürprizi
Hava astsubayı olan büyük ağabeyimin Bandırma'ya tayini ile mototren ile tanıştım. Bandırma'da kaldığı süre içinde yüzlerce kez gidip geldim Basmane-Bandırma arasında.   Ama buharlının yerini hiçbir zaman tutmadı. Sanırım yıllar sonra çok özlemiş olacağım ki, Seydiköy kaçamakları aklıma düşmeye başlamıştı. Bu düşlerle yaşadığım üniversite yıllarında büyük ağabeyimin tayini Diyarbakır'a çıktı. Bu sürpriz tayin bana yeni bir buharlı sevdası daha yaşattı. Şu ünlü Kurtalan Ekspresi'ni hatırlamayan yoktur. Basmane'den hareket eder, Uşak-Afyon-Ankara-Konya-Toroslar-Elazığ-Maden-Diyarbakır ve Kurtalan'a kadar uzanan yorucu ve zorlu bir yolculuk. 
Uyu, uyan Afyon
Ağabeyim yerleşir yerleşmez, annem ile birlikte program yaptık. Uzun bir bayram tatili denk gelince buharlı sevdası yaşama geçirildi. Arife günü 11.00 civarında annemle birlikte Kurtalan Ekspres'in kömür kokan deri koltuklarını kurulduk. Zorlu bir yolculuk bizi bekliyordu. Yıllar sonra buharlı tren ile çok uzun bir yolculuk yapmanın heyecanını yaşıyordum. Tren homurdanarak Basmane'den hareket ettiğinde fotoğraf çekmeye başladım. Afyon'a geldiğimizde gece yarısı olmuştu. Annemin hazırladığı börek, boğaça ne varsa karnımızı doyurduk ve göz kapaklarımızı kapanıverdi. Epey bir saat geçtikten sonra uyandığımda istasyona bir göz attım, nereye geldik diye, çünkü sabah saat 06.30 olmuştu bile. Gözlerime inanamadım hala Afyon'da idik. Seydiköy arasında yaptığım o kısa yolculuklardan sonra yaşadığım uzun rötar şok etmişti beni! Tam hatırlamıyorum ama sanırım öğleye doğru hareket etmişti Kurtalan Ekspresi, karşı hattan gelen trenin gecikmesi böyle bir rötara neden olmuştu. 
76 saat sonra Diyarbakır
Buharlı lokomotif yollarda özellikle dik yamaçlarda oldukça zorlanıyordu, bu durumda bir takviye daha yapılıyor çift buharlı gidiyorduk ve ilginç olan son vagona bağlanan başka bir buharlı da bizim vagonları itiyordu. Üç buharlı gittiğimiz zamanlar oldu. Bazı istasyonlarda manevralar yapıldı, zaman kayıpları o kadar çok oluyordu ki, bayramın ikinci gününe geldik ama bir türlü Diyarbakır'a ulaşamadık. Kurtalan, Toroslar'da zorlanınca dizel makinelerin desteği ile gider oldu. Ondan sonra Elazığ, Maden ve Diyarbakır'a kadar hep buharlı tren ile devam ettik ve toplam 76 saat süren bir yolculuktan sonra Diyarbakır'a ulaştık. Yollarda o kadar çok durup kalkıyordu ki, o kadar çok rötar yapıyordu ki, pişman olmadım değil. Ama o tarihten sonra bir daha ne buharlı tren gördüm ne de bindim.