Geçenlerde beni bir fasıl eğlencesine götürdüler.Götürdüler dememin nedeni oraya kendi isteğimle gitmediğimi belirtmek içindi  ancak her zamanki gibi yaşadığım ülkede neler olup bitiyor  diye düşündüğümde buna benzer fırsatları da kaçırmıyorum. Bu arada fasıl nedir? diye Google ‘da araştırma yaptığımda  şunu buldum. Fasıl :peşrev, nakış, şarkı, saz semaisi gibi parçaların belli bir sıraya göre çalınıp söylenmesi. Bu arada bu fasıl ortamını daha önce tecrübe edenlerin yazdıklarına şöyle bir göz attığımda beni güldüren ve düşündüren yorumlara da rastladım.Genellikle yaşı oldukça genç olanların yazdıkları şeyler  bunlar ama yine de gözlemlerindeki ustalığı takdir ettiğimi belirtmeliyim.

Örneğin birisi şöyle yazmış . “Eskiden şarkıları icra eden sanatçıların raksı ve dost meclisinde eşlik ettiği bir ortamken bunlar azalınca “Dönülmez akşamın ufkundayız”  bestesinin  bir marş haline geldiği, gecenin mutlaka oyun havasına bağlandığı ve sonunda deliler gibi göbek atılarak stres atılan eğlence biçimine dönüşen sazlı sözlü ortamlar...” Bir diğeri de şöyle yazmış: “Oldum olası sevmediğim ortam, minimal 3-5 kişilik falan olanı eğlenceli olmakla beraber herkesin çok eğleniyormuş gibi yapması sürekli aynı şarkılarda dans etmeleri ve kimsenin kimse ile konuşmaması çok sıkıcı…”  Bir başkası da  “Kim attı beni bu insanların arasına, hiçbir haltım uymuyor, hep bir hım-hımlama hali, resmen nalet olsun nalan otur çile bülbülüm  çile modunda el kol hareketleri ile rakını iç durumu...”  “Toplumumuzun kültürel gelişimine ayak uyduracak şekilde mükemmel şekilde ticarete dökülmüş psikopat ağırlama ortamıdır. Nasıl mı?  Dandikten ciddiye doğru.”    Dikkatimi çeken diğer yorumların  aralarından seçtiğim bazı cümleleri aktararak devam edelim . “İçindeki sıkıntıyı atmak isteyen, hatta ne kadar gergin bir yaşamı olduğunu arkadaşlarına göstermek isteyenler için uygun ortam sağlanmaktadır.”

“Bizlerin genetiğine işlemiş olan mazoşizm kullanılarak fasıla karşı bağımlılık yaratılır. Şimdi efendim bana yıllardır acı ve komik gelen bir Türk adeti var bu konuyla ilintili: kaş göz yapıp gerdan kırarak manidar şarkıyı söyleyip karşılıklı oynama” “En iyi fasıl şarkılardan hangisi çalınıyor olsun, fark etmez,  çalgıcılarımız sesi köklemekte ve yıkılan salonun sesini bastıramamaktadır. Artık sözlerin naifliği, kişiselliği gözardı olmuştur bile. Herkes birbirine şarkıyı söyleyip, kaş göz yapmakta, anla durumumu, vay bak aynı sen gibilerden gerdan kırıp;  üstüne üstlük kahkahalar atmaktadır, daha da fenası şarkıda okunan belayı suratına okumaktadır. Şimdi bunu ekip içinde (yani fasıla gelip aynı masada oturan güruh ) yaparken öyle samimiyet de pek aranmaz. Bela da okursun, yaktın beni de dersin. Bir yandan da o mimik yağmurunda  kız ötekine  kaşgöz yaparken, adam diğerine omuz titretir; bu çılgınlıkta aşkın coşkusu eşittir yalnızlığın yüceliğidir. Herşey içiçe geçmiştir. Hah işte bu psikopat eğlencenin zirvesini en samimi ikililer yaşarlar. Sevgili, kanka, kırk yıllık dost hepsi olabilir. Fakat ikililerin performansı fasılın mutlak başarısıdır. “ Bu insanların konuyu bu şekilde açıklayabilmelerinin çok etkileyici ve aynı zamanda çok dikkat çekici olduğunu belirtmeliyim.

Bu fasıl denen eğlence  türüne baktığımda  buradaki ortamı  eskiden Osmanlı’da olan meyhane kültürünün kadınlı-erkekli olan haline benzetiyorum. Bunun yanısıra  bu tip yerler kentin belirli semtlerinde olan ve genellikle  iş sözleşmeleri yapıldıktan sonra müşterilerin götürüldüğü veya hali vakti yerinde olan birinin sevgilisini biraz şatafatlı ve pahalı bir yere götürerek iyi bir etki bırakmak istediği  balık veya et lokantalarına da benziyor ancak böyle yerlerde  nereden çıktığını anlayamadığınız  onlarca garsonun sizi hayalinizin ötesinde sıcak bir karşılama ile çevrenizi sarmalarından iyi bir hesap ödeyeceğiniz kuşkusu sarıyor olsa da bazı insanların acaba kaç para hesap gelir diye kara kara düşündüğünü de tanık olabiliyorsunuz. Gerçekten bu tip yerlerde aşırı nezaket her zaman dikkatimi çekmiştir. Bu genellikle şu anlama gelir. ”Eh sizin gibi kendinden emin gözüken ve pahalı giysiler içinde biri  yanında şık ve göz alıcı kıyafetler içinde bazı insanlarla  buraya herhalde belediye otobüsü ile gelmemiştir,  öyle ise böyle bir ülkede ekonomik durumunuzun  oldukça  iyi olduğunu varsayıyoruz.  Bu durumda  biz de gerekeni yapacağız.”  Bu karşılama töreni bana hayatın varsayımlardan oluştuğu kadar beklentilerden de örüldüğünü bir kez daha hatırlatır her zaman.

İçeriye  bir göz attığımda halk tabiri ile söylersek  eli ayağı tutan orta yaş  ve üzeri  kadın ve erkeklerden harmanlanmış bir topluluk  görüyorum ve  ben bu insanlara baktıkça Yahya Kemal Beyatlı `nin şu ünlü dizeleri geliyor aklıma. ”Dönülmez akşamın ufkundayız, bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.” Gerçekten bu anlamlı dizeleri hatırlatan eğlencenin tam ortasındayken  orta yaş dediğimizde nasıl bir tanımlama yapmamız gerekiyor?. Çünkü bu yaşların işaret ettiği fiziki görünümden  öte bir  sanki bir yorgunluk veya bezginliğe bağlı bir vazgeçiş olabileceği kaygısını taşıyorum.Bu orta yaş sendromunu oldukça önemsiyorum, çünkü bu dönemin, bir insanın en verimli olabileceği ve severse en iyi şekilde  sevebileceğine, bağlılık göstereceğine ve neyin önemli ya da neyin değerli olabileceğini daha iyi kavrayacağı yaşlar olduğuna inanıyorum. Bu sürece ister orta yaşlar densin isterse ortanın ortası densin, önemli olan sizin çevrenizde olan biteni yorumlama ve algılama biçiminiz olduğunu da söylemeliyiz.

Fasıl bu hali ile bana Avrupa`da aristokratlarının sarayların geniş ve süslü salonlarında dönemin müzik anlayışına uygun kıyafetlerle, o zamanlar yaşamış seçkin bestecilerin eserlerini sakin bir sessizlik içinde dinlemelerini anımsatıyor.  Burada ise genellikle orta  gelir düzeyinde olduğunu tahmin ettiğim insanların aynı duygu seli içinde böyle ağırdan çalan bu müziği dinlerken ortak olan tek noktanın  o dönem aristokratlarının zihinlerinden geçenlerle aynı olduğunu düşünüyorum.
İstanbul radyosundan bir sanatçı ve saz ekibinin çaldığı geçmişte büyük olasılıkla Osmanlı Sarayında da çalınan çeşitli makamlardaki eserleri dinlemeleri esnasında bu müziğin  çok yavaş bir akışa sahip olduğunu ben de hissediyorum ancak ben o esnada aynı düzeyde yavaşlayamıyorum. Galiba bu benim kültürel yapımdan çok genetik yapımla ilgili  bir durum. Yani besteci “ sana sevdiğimi söyleyebilseydim”  derken notalar arasındaki boşluklar o kadar geniş ki, neden bunu bir çırpıda söylemiyor ki diye düşünmeden edemiyorum. Neden bu kadar yavaş? Neden bu kadar ağırdan alınıyor? Bu belki  toplumun yaşam felsefesi ile ilgilidir. Yani her şeyi ağırdan almak denilen şey ya da başka bir deyişle  gençlik yıllarının çok hızlı akıp gittiği gibi bir algılamaya paralel olarak bazı şarkıların da bu şekilde yavaşlamasını işte bu kaçınılmaz olan geri dönüşe  karşı kaygılı ve hüzünlü bir direniş olarak görüyorum.

Böyle bir  fasıl ortamında  kendimi bir çeşit Mevlevi dergahında gibi hissetmeye . başladım.Zaman zaman günün popüler sanat müziği eserlerine girilerek yaşama sevincinin kıvılcımlarını görebilseniz de hemen başka bir eserde bu heyecan fırtınası dengeleniyor. Sanırım yeni kuşak sanat müziğinde bu hız biraz daha arttırılmaya çalışılmış ancak içine biraz daha taverna kokusu sinmiş bir şekilde.

Orta yaş denilen erkek ve kadınların makyajlarına baktığımda nasıl göründüklerini önemseyenler de var, işte ben buyum, benden bu kadar diyenler de var. Aslında belirli yaşlara gelmiş insanların dünya görüşlerini ve yaşam felsefelerini kıyafetlerinden kolaylıkla teşhis edebilirsiniz.

Mütevazi dünyalarında sınırlı bir bütçe ile hayatta kalmaya çalışan kadınların seçtikleri silik ve koyu renkli giysilere baktığınızda genellikle halkın “sosyetik” diye bilinen kesiminde olan bir meydan okumadan eser yok ama bazı kadınların da “ evet ben genç bir kadın değilim ama hala güzel ve çekiciyim”  diyerek dişiliklerinin tadını çıkartan bir  duruş sergilemeleri dikkat çekici.  Anahtar kelime bu olsa gerek. Dikkat çekmek.  “Düşünüyorum öyle ise varım” diyen Fransız matematikçi ve filozof Descartes’in sözüne atıfta bulunarak bizde şunu söyleyebiliriz. Dikkatleri çekebiliyorsanız hala varsınız demektir. Bununla birlikte bu yaklaşımı anlayışla  ve takdirle karşılıyorum,çünkü bazı insanlar genetik olarak daha az deformasyona uğramış oldukları için iyi bir bakım ve iyi bir makyajla gerçekten alımlı olabiliyorlar ancak bütün bunları söyledikten sonra yine de bir kadını hangi yaşta olursa olsun onu güzelleştiren asıl unsurların kendine olan güveninin yanında ekonomik bağımsızlığı olduğunu anımsatmalıyım ancak iş yine burada bitmiyor,tüm bunlara sahip bir kadının asıl güzelliği  sevmesi ve sevilmesinden kaynaklanır.

Bazen kocalarının yanında kendi dünyalarına dalıp giden kadınların ne düşündüklerini veya neyi hayal ettiklerini ya da pişmanlıklarını bu müziğin nağmelerinde tekrar anımsadıklarını sanıyorum.Ama gururlu orta sınıf erkeklerin muhafazakar ve oldukça iddiasız  kıyafetler içinde olmaları gözümden kaçmıyor ve kadınlar gibi onlar da bazen aniden sessizliğe gömülürken kimbilir hangi fiziksel ve psikolojik dertlerle uğraşıyorlar?

Erkekler ve kadınlar bu yaşlarda fasıl seviyorlarsa eskilerden kalmadır diye akla gelebilir  ama bugünün  hareketli ve dinamik genç kuşaklarının  bu fasıl  işinden çok zevk alacağını sanmıyorum. Zaten bunu  yazının başında bazı alıntılarla onların görüşlerini açıklamaya çalıştım. Daha genç olanlar internet  sayesinde merak ettikleri her çeşit bilgiye ulaşma konusunda çok şanslılar ve burada gördüğüm insanların ise bir zamanlar devletin tek kanallı televizyon ve sınırlı sayıdaki radyolu yıllarından geldikleri için kentin daha zengin kesimlerinde yetişenler hariç çoğunun zihinlerinde kaydedilmiş olan melodik yapı bu tarz müziği işlemeye daha yatkın bir halde olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.Ama öte yandan merak eidyorum, fasıl  çok uzun yıllar sonra da dinlenecek mi? Belki bundan yüz yıl sonra geçmişe yönelik bazı şeylerin değeri daha da artacak ya da tamamen yok olacaktır ancak insanları ortak bir geçmişin birbirine bağlayacağını söyleyebiliyorsak eğer  ya da bunu altını özenle çizmek istiyorsak; geleneklerini kaybeden bir toplumun orjinalliğini de yitireceğini söyleyerek,  konuya gerekli önemin verilmesini sağlayabilir umudunu taşıyorum.

 Her yazının sonuna geldiğimi hissettiğim anda görkemli bir bitiş hayal ederim. Son cümleleri benim için önemlidir.Bu genellikle benim sevdiğim ama konuya uygun bir söz kümesi olur ve genellikle o sözler söylendikten sonra okuyucunun  kafası karışmış bir halde olsa bile onunla ortak bir noktada buluşmanın heyecanını hissederim.Çünkü o sözlerden ne bir kelime eksileceğine  ne de  fazla bir kelime koyulamayacağına olan inancım tamdır. Bu noktada Portekizli ünlü şair ve yazar Fernando Pessoa’nın şu sözlerinin  bu yazıda söz edilen insanlar ve hepimiz adına hayatımıza bir parça umut ve yaşama sevinci katacağını hayal ediyorum “Karakterim gizli bir orkestra… İçimdeki davulların, sazların, çalgıların ne zaman çalacağını bilemiyorum…. Bütün bildiğim bir senfoni olduğum…“