Ali Budak- 24 Haziran seçiminin sonucunu belirleyecek en önemli güçlerden birinin de gençler olduğunu ve siyasi partilerin gençlere yeni şeyler söylemesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Tanju Tosun, 'Seçimin belirleyicilerinden biri de gençlik olacak. Gençlere klasik söylem ve şablonlarla yaklaşan adayların onların gözünde rağbet görmesi ise pek mümkün değil. Gençler, hem ekonomik hem de gelecek açısından güven sunacak; daha özgürlükçü ve yeni şeyler söyleyecek adaylara yönelecek. Sosyal medyadan dünyayı takip eden bu gençliğin mobilitesi de çok yüksek. Kendisine vizyon ve gelecek sunmayan adayın ve partinin ise bu gençlikten oy alması mümkün değil' dedi.

Türkiye siyasetinde partilerin genel olarak dışlayıcı siyaset yaptığını ancak özellikle CHP'nin uzun süredir tam anlamıyla kapsayıcı bir siyaset yaptığını belirten Prof. Dr. Tanju Tosun, 'Ancak bu yeterli değil. CHP'nin öncelikle toplumdaki negatif algısını yıkması gerekiyor. Bu da bugünden yarına olmayacak. Yani bu olumsuz algı 24 Haziran'a kadar yıkılmaz. CHP'de kim gelirse gelsin bu kötü algı bir anda yıkılamaz. Ancak İnce'nin toplumu daha kapsayıcı söylemiyle bir hareketlenme yaratabilir. Ancak mucize de beklenmemeli' dedi.
Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tanju Tosun ile, 24 Haziran seçimini, seçmenin oy verme davranışını, CHP Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'nin şansını, partilerin ittifak süreçlerini, Kürtlerin seçimdeki belirleyici rolünü ve Türkiye'de 16 yıl sonra olası bir iktidar değişiminin olup olamayacağını konuştuk.


*Öncelikle seçim bir anda 24 Haziran'a çekildi ve partiler arasında ittifaklar oluşturuldu. Cumhur İttifakı'nın yanı sıra Millet İttifakı'nda farklı ideolojileri savunan 4 parti bir araya geldi. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

Millet İttifakı'nı oluşturan Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti'nin siyasi kimlikleri, ideolojileri ve oy veren kitleleri birbirinden ayrışıyor. İYİ Parti ve CHP arasında toplumsal tabanlar anlamında bir yakınlık var ama ideolojik yelpazelerine baktığımızda farklılığı görüyoruz. İttifakın merkez sol ucunda CHP varken, merkezin sağında ise SP var. Türkiye siyasal hayatında 1973 seçimlerinden sonra bu noktada tek örnek var. O da MSP ve CHP koalisyonu. Ondan sonra da böyle siyasal amaca yönelik bir birliktelik söz konusu olmamıştı. Bu partilerin ittifak kurup bir araya gelmelerinin temel amacı; özellikle yüzde 10'luk ulusal barajı yıkmak ve baraja rağmen parlamentoya girmekti. Zaten Cumhur İttifakı (AK Parti ve MHP)'nın yüzde 10'luk baraj sistemine takılmadan rahatlıkla parlamentoya gireceği için diğer partilerin böyle bir ittifaktan başka ihtimalleri yoktu. İYİ Parti, SP ve DP'nin az ya da çok milletvekiliyle parlamentoya girmesi önemliydi. Burada stratejik olan ise, CHP dışındaki diğer partilerin de barajı geçmesi ve Cumhur İttifakı karşısında bir iktidar alternatifi oluşturmasıdır. Kanımca ikisi de şimdilik başarılmış gözüküyor. Tabii her şey 24 Haziran'da sandıktan çıkanla belli olacak.

*Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bugüne kadar hep gündemi belirliyordu. Ancak CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, başlattığı Adalet Yürüyüşü'nden sonra gündemi belirleyen isim oldu. Bu süreçte ise 15 vekilin İYİ Parti'ye geçmesi ve kendine aday olan Muharrem İnce'yi cumhurbaşkanı adayı göstermesi CHP'yi iktidar alternatifi yapması noktasında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden önce Türkiye'de iktidar alternatifi olabilmek için yeni şeyler söylemek gerekiyor. Türkiye siyasal hayatında güçlü bir şekilde iktidara gelip, uzun süre iktidarda kalan partilere baktığımızda da bunu görüyoruz. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti, 1983'te Anavatan Partisi ve 2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi'nde bu hep böyle ilerledi. Bir de bu partileri ayıran özellik ise, Türkiye siyasetinde daha önceden bilinen partiler olmamaları ve kurulduktan kısa süre sonra iktidara gelmeleri oldu. Burada seçmene güven vermek, yeni kadrolarla yeni şeyler söylemek gerektiğini görüyoruz. AKP'nin 16 yıldır Türkiye'de iktidar olmasından dolayı ekonomi, politika, kültür ve sanat alanında öyle ya da böyle birtakım uygulamaları oldu. Ancak siyasetin doğası gereği uzun yıllar iktidarda kalmanın getirdiği bir yorgunluk oluşuyor. Bu yorgunluğu da Sayın Erdoğan AKP teşkilatı için metal yorgunluğu olarak tanımladı. Ancak bu yorgunluk hem teşkilat için hem de partinin bütünü için var. Şu anda da gözlemlediğim kadarıyla, AKP topluma yeni şeyler söyleme konusunda kısıtlı kaldı. Yaşanan 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Ortadoğu'daki gelişmeler sonrası toplumda güvenlik ve demokrasi konusunda soru işaretleri oluştu. Bu güvenlik ve demokrasi arasındaki makas ise sürekli açılmaya başladı. Güvenlik ve demokrasi arasında oluşan bu paradoks ve ekonomi politikalarının da yeni bir şeyler söyleme konusunda kısıtlı hali ister istemez AKP'nin daha önceki seçimlerde olduğu gibi gündem belirleyen bir parti olmasını kısıtladı. Bu da gündemi belirleme konusunda muhalefeti bir adım öne geçirdi. Bu tabi AKP'nin 16 yıllık iktidarlığından dolayı yeni şeyler söylememesiyle de alakalı.

Cumhurbaşkanı Meclis'teki çoğunluğu alamazsa yeniden seçime gidilir

*Millet İttifakı cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamasa da en azından 320 vekili alıp meclis çoğunluğunu elinde bulundurmak istediğini ve bunun için de gerekli adımları atacağını söyledi. Ona göre de davrandığını söyleyebiliriz. Bu süreç gerçekleşirse de çok sesliliği bir anlamda sağlamış olacak. Peki, bu süreç neleri doğurabilir?  

Türkiye 16 Nisan Referandumu'yla siyasal literatürde olmayan 'Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi'ni ilan etti. Dünya'da bir başkanlık sistemi yok ki, Amerika Birleşik Devletleri haricinde bölünmüş çoğunluklar siyasal istikrara hizmet etsin. Yani başkanın seçilmiş olduğu partinin parlamentoda azınlıkta kalması ve başkanın dışındaki partilerin çoğunlukta olması. Bütün bölünmüş çoğunluğun olduğu başkanlık sistemlerinde, sistem eninde sonunda tıkanıyor. Bunun en tipik örneği de Latin Amerika ülkeleridir. Eğer 24 Haziran'da devlet başkanlığının seçildiği parti ile parlamentoda çoğunluğu elinde tutan partiler farklılaşırsa Türkiye'de siyasal sistemin tıkanması ve siyasal istikrarsızlığın oluşması muhtemeldir. Neden? Çünkü Latin Amerika siyasal sistemiyle Türkiye siyasal sistemine bakıldığında hem partilerin yapısı hem de siyasal kültüre içkin olan sığ demokratik değerler çok benzer. Hal böyle olunca da siyasal kültürdeki demokratik değerlerin zayıflığı, iktidar ve muhalefetin birlikte iş yapma kapasitesinin düşük olması nedeniyle, bu ülkelerdeki başkanlık sisteminde bölünmüş çoğunluk başkanın partisinde değilse bir arada yaşamaya dayalı siyaset işlemiyor. Fransa'daki başkanlık sisteminde, parlamento farklı partinin elinde ve başkan da farklı partiden seçildiğinde o sistemde tıkanma olmuyor. Çünkü birlikte iş yapabiliyorlar. Süreç içinde ya başkan ya da meclis geri çekilerek ülke yönetiliyor. Yani yasama ile yürütme çatışmıyor. Ama bu özelliklerin zayıf olduğu Latin Amerika ve Türkiye gibi ülkelerde yasama ve yürütme bölünmüş çoğunlukta ise çatışma oluyor ve sistem tıkanıyor. O nedenle eğer seçimde AKP cumhurbaşkanı adayı kazanır ve meclisteki çoğunluğu elde edemezse çok kuvvetle muhtemel yeniden seçime gidilir.

Seçmenler içinde azımsanmayacak hareketli bir kitle var

*Türkiye'de 24 Haziran seçimi ilan edildikten sonra 16 yıldır iktidarda olan AKP'nin yeniden tek başına iktidar olmayacağı ifade ediliyor. Bu durum 7 Haziran ve 16 Nisan'da da görüldü. Çünkü çok adayın olması ve rakiplerin birlikte hareket etmesi bu riski doğuruyor. Bu süreçte de belirleyici olan her zamanki gibi seçmen olacak. Bu seçimde seçmenin oy verme davranışını belirleyenler neler olacak?

Türkiye'de bir siyasi partinin almış aldığı oy o partinin sadık seçmen kitlesinin verdiği oya eşit değildir. Yani AKP'nin 1 Kasım'da aldığı yüzde 49'luk oy oranı sadık ve militan seçmen kitlesinden aldığı oy değil. Alternatifler olmadığı için AKP'ye oy veren yüzde 10-15'lik seçmen kitlesi var. İşte bu kitle güvenlik kaygısı ve alternatif parti göremediği için 1 Kasım'da yeniden AKP'ye yöneldi. Bu açıdan bakıldığında seçmen tercihi kolaylıkla değişebiliyor. Çünkü partilerin siyasi kimlikleri, ideolojileri topyekûn o partiye oy vermek için artık yeterli gelmiyor. İdeoloji ve parti kimliği temel belirleyici etken değil. Seçmenler içinde azımsanmayacak hareketli bir kitle var. Bir gün X diğer gün Y partisine verebiliyor. Ancak bu X ve Y partileri arasındaki değişim genellikle ideolojik bloklar içinde oluyor. Yani kendini sağda tanımlayan seçmen bir sonraki seçimde sol partiye oy vermiyor. Geçişler o ideolojik blokların içinde gerçekleşiyor. Yani Türkiye'deki seçmenlerin oyu herhangi bir siyasi parti için çantada keklik değil. Yeter ki seçmen alternatif parti görsün ve bu partiler beklentileri politikalarla kendilerine hitap etsin. Seçmen geçmişe bakıyor ama koşullarındaki olumlu değişimlerin yanı sıra ileriye dönük de bakıp oy veriyor. Türkiye seçmeni yeni bir parti geleceğe dönük umut vaat ediyorsa geçmişte oy verdiği partiyi terk etme konusunda çok katı değil. Artık siyasi partiler seçmenler için terk edilemez adresler olmadığı için değişimler kaçınılmaz olabiliyor. Yeter ki seçmen beklentilerine yanıt bulabilsin.

*İYİ Parti'de Meral Akşener özellikle göçmenlere, muhafazakârlara ve ulusalcılara yönelik bir kampanya yürütüyor. CHP'nin de Muharrem İnce ile bunu amaçladığı ve bu nedenle de toplumda bir heyecan yarattığını söyleyebilir miyiz?

Potansiyel olarak böyle bir şey var. Ancak özellikle CHP'ye yönelik toplumda olan birtakım önyargılar ve negatif algılar var. Bu algıların ve önyargıların oluşması ise CHP ile ilgili değil. Tamamen CHP'nin dışında olan bir durum. CHP liderinin söylemine, partinin programına ve bildirgesine bakıldığında bu algıların yıkılmaması için bir neden yok. Ama mesele sadece liderin söylemi, partinin ideolojisi ve parti bildirgesinden de ibaret değil. Bir de tarihsel bagaj var. Bu da seçmen algısında çok önemli. Maalesef kötü bir şekilde lanse edilen geçmişin (Ki asla öyle kabul etmiyorum. Türkiye'de siyasal ve kültürel modernleşmenin taşıyıcısı CHP'dir. Tek parti dönemindeki kimi vesayetçi uygulamalarına rağmen ama o dönemin koşullarını değerlendirirken İtalya ve Almanya'ya da bakmak lazım. Ulus devletin inşa sürecinde homojen bir ulus ve ona göre vatandaşlık tipi yaratmak için CHP'nin zaman zaman kapsayıcılık yerine dışlayıcı olmasına neden olmuştur. Ancak bugüne baktığımızda CHP'nin tam anlamıyla kapsayıcı bir siyaset yaptığını görüyoruz. Ama bu yetmiyor) oluşturduğu kötü algının öncelikle yıkılması gerekiyor. Bu da 2 ayda yıkılamaz. CHP'de kim gelirse gelsin bu kötü algı bir anda yıkılamaz. Ancak İnce'nin toplumu daha kapsayıcı söylemiyle bir hareketlenme yaratabilir. Ancak mucize de beklenmemeli.

*Son olarak, bu seçimde gençlerin daha belirleyici olacağı dile getiriliyor. Değişen dünyada gençlerin de beklentileri çok çeşitli. Ancak partilerin gençlerin istekleri yönünde bir vaatleri olup olmadığı ise soru işareti taşıyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Seçimin belirleyicilerinden biri de gençlik olacak. Gençlere klasik söylem ve şablonlarla yaklaşan adayların onların gözünde rağbet görmesi ise pek mümkün değil. Gençler, hem ekonomik hem de gelecek açısından güven sunacak, daha özgürlükçü ve yeni şeyler söyleyecek adaylara yönelecek. Sosyal medyadan dünyayı takip eden, çok hiperaktif bu gençlik; politikadan uzak duruyor ama ne olup bittiğini de çok iyi biliyor. Küresel dünyada ne olup bittiğini, ne gibi değişimler olduğunu çok iyi takip eden bu gençliğin mobilitesi de çok yüksek. Adayların artık köyünde kasabasında oturmayan bu gençliğe hitap etmeleri gerekiyor. Kendi mahalleri dışındaki dünyayı yakından takip eden gençliğe vizyon ve gelecek sunmayan adayın ve partinin ise bu gençlikten oy alması mümkün değil.

Büyük illerdeki muhafazakâr Kürtler belirleyici

*Bu süreçte ise en önemli belirleyicinin Kürt halkının temsilcisi olan HDP'nin görülmesi konusundaki düşünceleriniz nelerdir? Cumhurbaşkanlığı seçimi 2'nci tura kaldığında HDP, kesinlikle AKP'yi desteklemeyeceğini söyledi. Ancak Kürt seçmenin AKP'ye karşı dışarıda bırakıldığı Millet İttifakı'nı destekler mi?

AKP içinde sınırlı sayıda da olsa muhafazakâr Kürt seçmen kitlesi var. Ancak yapılan çeşitli kamuoyu araştırmaları, 16 Nisan Referandumu'nda özellikle büyük kentlerdeki muhafazakâr Kürt seçmenlerinin bir kısmının özellikle AKP'den desteğini çektiğini ilan etti. Dolayısıyla büyük kentlerdeki muhafazakâr Kürtlerin AKP'nin savunduğu 'Evet'e verdiği destekte bir miktar azalma varken Doğu ve Güneydoğu'daki muhafazakâr Kürtlerin AKP'ye verdiği destekte artış olduğu görülüyor. Sonuçlara bakıldığında ise Kürtlerden 500-600 bin civarında Evet oyu çıktığı tespit edilmişti. Tabii bu 1 yıl önceki durum. AKP'nin uyguladığı politikalardan muhafazakâr Kürtler memnunsa tabii ki seçimde destekler. Ancak değilse yeni bir siyasal temsil arayışında olurlar. Bunun da hangi partiye gideceğini süreç içerisinde göreceğiz. Ancak Doğu ve Güneydoğu'daki muhafazakâr Kürtler seçimde ciddi anlamda belirleyici değil. Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi illerdeki muhafazakâr Kürtlerin matematiksel olarak belirleyiciliğinin daha fazla olduğunu düşünüyorum.

*Millet İttifakı'na HDP'nin alınmamasının İYİ Parti'den dolayı olduğu iddia ediliyor. CHP, HDP'yi ittifak içine alamadı ancak gerek İnce'nin hapisteki Demirtaş'ı ziyareti gerekse CHP'li vekillerin destek mesajları olumlu etki yaratır mı?

CHP'nin HDP'yi de ittifaka dahil etmek istediği, Saadet Partisi'nin de esnek yaklaştığı ancak İYİ Parti'nin karşı durduğu konuşuldu. CHP ve İYİ Parti'nin HDP ile ittifak kurmak istememelerini de konjöktür açısından bakarsak anlaşılır görmek lazım. Neden? Çünkü CHP'nin yaklaşımı her ne kadar özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye olsa da tabanındaki sınırlı bir kitlenin meseleye bakışıyla genelin bakışından daha farklı. İşte partinin içindeki bu sınırlı kitle, böyle bir ittifak konusunda seçmenin nasıl tepki vereceği sorusuna HDP'nin ittifaka dahil edilmesinde çekinceli yaklaşmasına neden olmuştur. Çünkü İYİ Parti'nin tabanı nedeniyle kabul etmesi zaten mümkün değildi. HDP'nin parlamentodaki demokratik temsiliyetini CHP, SP, DP ve İYİ Parti de kabul ediyor. Bunu savunmak da mutlaka ve mutlaka ittifak olmalarını gerektirmiyor. Dünyada çeşitli ittifak örnekleri de var. İttifak dışında kalıp stratejik hareket ederek farklı destekler de gerçekleşebiliyor. Burada önemli olan Millet İttifakı'nın samimi olduğunu göstermesidir. Bu sayede HDP seçmeni 2'nci tura kalacak olan bu ittifakın adayına oy verir.

Demokrasi anlayışımız çoğullukçu değil çoğunlukçu

*Türkiye siyasi tarihine baktığımızda demokrasi, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi yapan solun önemli bir partisi dahi olmadığını görüyoruz. Daha dağınık ve parçalanmış bir mücadele yürütüyor. Ancak sağ ve muhafazakâr ideolojinin son 70 yılda daha da güçlendiğini görüyoruz. Bu seçimde de sağ siyaset mi yoksa demokrasi ve özgürlük talebindekiler mi belirleyici olur?

Bu soruya kolay bir yanıt vermek mümkün değil. Soruya yanıtı 24 Haziran'da seçmen verecek. Fakat veri arka planı olarak, Türkiye'deki demokrasi anlayışı çoğulcu demokrasi değil çoğunlukçu demokrasidir. Türkiye siyasal kültüründe de demokratik değerler çok sığ. Bir de bir arada yaşama ve farklılıkları kabule dair çok fazla önyargı var. Bu koşullar altında bizim demokrasimiz kapsayıcı değil de dışlayıcı bir temel üzerinde hareket ediyor. İktidar ve muhalefet ilişkileri de bunu üzerinden şekilleniyor. Dışlayıcı demokrasi anlayışının çoğunlukçu niteliği, çoğulculuktan uzak ve birlikte iş görme kapasitesinin yetersizliği ister istemez sağın içkin olmasına neden oluyor. Bu da demokrasiye, demokratik değerlere yaklaşım konusunda özellikle sağ partilerin başarılı olamamasına neden oluyor. AKP de iktidara geldikten sonra 2010'a kadar demokrasi ve özgürlük anlamında birtakım atılımlar yapmıştı ama 2010 sonrası AKP'nin tipik sağ parti şeklinde meseleye yaklaştığını görüyoruz. Türkiye'deki sol partilerin de bu konuda başarılı bir sınav verdiği söylenemez. Mesele partiler değil, partiyi yönetenlerden o partiye oy verenlere kadar oluşturulan kültürün demokratik değerler çıtasının düşük olmasıyla ilgili bir durum. Özgürlükçü ve çoğulcu bir eğitim politikası, iş hayatı ve kültür politikasıyla bireyin siyasal kültürünü şekillendirebilir. Daha milliyetçi ve merkeziyetçi, yukarıdan aşağıya doğru aktarılan bu durum Osmanlı'dan geliyor ve cumhuriyet elitleri de bunu sahiplendi. 1970 ve 1990'larda bu durum biraz kırıldı ama politik genlerimize adeta işlediği için kolay kolay da atamıyoruz.
Türkiye yaşananlardan dolayı kendi kendine yorgun düştü.

Editör: Haber Merkezi