Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi Başkanı Ayhan Bülent Toptaş, vatandaşların önce yerele sahip çıkması gerektiğini belirterek, 'Ulusal meselelere kafa yormadan önce kendi çevremizi düzeltmeliyiz. Vatandaş, sorununu yerel yönetimlere şikayet edebilmeli. Eğer şikayet yoksa, yerel yönetim için alarm zilleri çalmalı, çünkü vatandaş o yönetimden ümidini kesmiştir' dedi

Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesinin verdiği eğitim ve gelenekleri ile mezunlarının bir çoğu Türkiye'nin önemli kurumlarında çalışarak ülkeye hizmet ediyor. Mezunları bir arada toplayan Mülkiyeliler Birliği ise fikirlerin çarpıştığı, ülkenin iyi yerlere gelmesi için neler yapılabileceğinin tartışıldığı adeta bir fikir üretim merkezi. Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi Başkanı Ayhan Bülent Toptaş, hayatının yaklaşık 35 yılını Merkez Bankası'nda uzman olarak çalışarak geçirdi. Ekonominin ve bürokrasinin kalbinde geçen meslek hayatı ona bir çok şey kattığı gibi bir manevi olarak bir çok şeyi de ondan almış. Bürokrasinin ördüğü duvarların ardında geçen bir hayatın karşılığında emekli olunca sokaklarda hayatın içerde görünenden daha farklı olduğunu söyleyerek aslında küçük bir itirafta bulunuyor.

Mülkiyeliler Birliği Derneği'ni biraz anlatabilir misiniz?

Mülkiyeliler Birliği Derneği bugünkü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunlarının derneğidir.

Bu göreve nasıl geldiniz?

Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi'nde şubelerinde her iki yılda bir seçimli genel kurul olur. Bu genel kurulda yönetime aday olan ekipler arasından genel kurul bir ekibi seçer. O ekip de yönetim kurulu olarak bir başkan seçer. Biz de geçen yıl genel kurul tarafından seçilerek göreve geldik.

Şube olarak nasıl faaliyetler de bulunuyorsunuz?

Faaliyetlerin Mülkiyeliler Birliği Derneği Tüzüğü'nde belirtilen amaçlara uygun olmasına önem veriyoruz. Derneğin amaçlarından birincisi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Mezunları arasında dayanışmayı sağlamak. Bu amaca yönelik olarak özellikle İzmir'de bir ağ oluşturduk. Tüm üyelerimizle ilgili geniş bir veri tabanımız var. Üyeler ihtiyaç duydukları alanlarda şubemiz üzerinden birbirleri ile bağlantı kurabiliyorlar, bilgi ve görüş alışverişinde bulunabiliyorlar. Kahvaltılar, kokteyller ve okulumuzun kuruluş yıl dönümü kutlamalarında birbirleri ile tanışıyorlar, dostluklarını tazeliyorlar, dayanışma noktalarını araştırıyorlar. İkinci amaç Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni desteklemek ve topluma tanıtmak. Bu amaca yönelik olarak, Genel Merkezimizde oluşan burs fonuna katkıda bulunuyoruz, öğrencilerin bilimsel çalışmalarına sponsorluk yapıyoruz, faaliyetlerini destekliyoruz. Okulun tanıtımı için özellikle liselerde tanıtım faaliyetlerinde bulunuyoruz. Üçüncü bir amaç da toplum için önemli olan siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel konularda kamuoyunu bilgilendirmek. Bu çerçevede de paneller, söyleşiler, imza günleri düzenliyoruz. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin ve Mülkiyeliler Birliği Derneği'nin Türkiye'nin refahının artması ve demokrasisinin güçlenmesi için üstlendikleri geleneksel öncülük rolünü sürdürmeleri ve daha da ileri düzeylere taşımalarıdır.

EKONOMİNİN ÖNEMİ

2019 yılı başından itibaren özellikle Türkiye ekonomisi ile ilgili etkinliklere ağırlık verdiğinizi gördük. Önümüzdeki günlerde Türkiye ekonomisi ile ilgili etkinliklerinizin olacağını öğrendik. Bunlar nelerdir?

Ekonomi hepimizin hayatını doğrudan belirleyen bir olgu. Yaptığımız her şeyin bir ekonomik boyutu var. Ekonominin temel performans göstergeleri olan enflasyon, büyüme ve işsizlikteki değişmeler hayatımızda olumlu veya olumsuz etkiler yaratıyor. Şube yönetim kurulu 2019 yılının ekonomik yönden zor bir yıl olacağını düşündüğü için ekonomik konulara ağırlık verdik.

İzmir ve İzmir'in geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

İzmir özel bir şehir. Tarihinden gelen bir avantaj var. Coğrafi konumundan gelen bir avantajı var. Geniş bir ard ülkesi var. Diğer coğrafi bölgelere göre pek çok ekonomik avantaja sahip. Bu avantajlar bugüne kadar olabildiğince değerlendirilmeye çalışılmış. Şu an özellikle benzer avantajlara sahip olan İstanbul ve Marmara'daki aşırı yoğunlaşma ve pahalılaşma ile İzmir'in cazibesi birleştiğinde bir çekim merkezi haline geliyor İzmir. Bu şehre baktığımızda İzmir ülke gibi bir yer. Çok ciddi bir gözle bakılmasına ve iyi bir organizasyona ihtiyaç var. İzmir ekonomisi deyince İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin çalışmaları akıllara geliyor. Özellikle tarımın teşvikine yönelik yaptığı çalışmalar dikkat çekiyor. Doğal akışından farklı olarak. İzmir ekonomisinin de özel kurum ve heyet tarafından ele alınıp çok ciddi bir şekilde değerlendirilmesi lazım. Ben yaşadığım şehrin ekonomisiyle ilgili yorumlar yapmadan önce bu konuyla ilgili çok detaylı bir araştırma yapmak isterim ancak çok fazla bilgi edinecek kaynağımız maalesef yok.

TATİL ALGISI YIKILMALI

İzmir'in sadece tatil beldesi olarak görüldüğü algısını nasıl yıkabiliriz?

İzmir'in çevresinde Aydın, Manisa gibi tarım ve sanayi şehirleri var. Bu şehirler ile yapılan işbirlikleri var. Ayrıca çok önemli bir liman şehri. Bu sanayi ve tarım altyapısının ticarete dönüşmesi için çok önemli bir coğrafi avantaja sahip. Sadece turizm şehri olarak düşünmüyorum İzmir'i aslında öyle düşünürsek biraz haksızlık etmiş olabiliriz. Tarım ve sanayi de bu şehirde var. Daha yukarılara çekilmesi lazım. Hatta tatil beldesi olmada bir sakınca yok. Turizmi daha üst aşamalara taşımamız gerekiyor. Turizmi bile tam anlamıyla kullanamıyoruz. Kapasiteler oluşturuyor. Yeni yerler ve tesisler açılıyor, fakat bunlar iyi pazarlanıyor mu? Tanıtım yeterli mi? gibi soruları kendimize sormamız gerekiyor. Çok güzel açılmış bir kafe görüyorsunuz hep içinizde acaba bu yatırım yeterli talep bulur mu sorusunu kendinize soruyorsunuz. Bu yatırım değerlendirilebilir mi? Bunları düşünüyorum ve bu sorunların kurumsal bir platform tarafından düşünülüp çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Efes Antik Kenti'ne gittiğim zaman yine kendime soruyorum. Acaba hak ettiği değeri bulabiliyor mu? Ben biraz ekonomist mantığıyla düşünüyorum. Meryemana'nın evi deniliyor, hristiyanlar için çok kıymetli bir yer ancak ben bunu yeterince değerlendirebiliyor muyum? Buraya yeterince kişi getirebiliyor muyum? Geçenlerde Antalya'yı ziyaret ettim. Çok beğendim. Dünyanın çeşitli yerlerinde bir sürü şehir gördüm. O şehirlerle yarışabilecek bir potansiyeli var, görüyorsunuz ama talep olarak eşit olmadığını görüyorsunuz. Ben bunu yine siyasi ve ekonomik istikrara bağlıyorum. Dışarıya çıktığın zaman en çok fark ettiğiniz şey orada bir istikrarın olduğu. Bir planlama ve birinin orayı yönettiğini hissediyorsunuz. Sürekli seçim havasında 'acaba' sorusunu sorduruyor. Türkiye'nin ve İzmir'in çok büyük bir potansiyeli var ancak bunu ne kadar değerlendirebiliyoruz. Bu sormamız gereken ana soru.

ULUSAL, YERELİ EZİYOR

Ulusal konularla ilgilenmekten yerel konulara biraz yabancı mı kaldık? İzmir'in sorunları bu nedenle biraz geri planda mı kalıyor?

Toplumumuzu incelediğimiz zaman ulusal şeyler yerel şeylerin çok önüne geçiyor. Bireylerin ulusal düzeydeki meselelere ilgi gösterdiği kadar yerel düzeydeki konulara ilgi göstermediğini düşünüyorum. Ulusal düzeyde ortaya çıkan problemde bireyin etkili olabilmesi çok daha zor. Yerel düzeyde yakın çevrede tesirinizin olması çok daha mümkün. Yakın çevrenizi çok daha iyi etkileyebilirsiniz. Bizim toplumumuzda bu alışkanlığın çok olmadığını gözlemliyorum. Örnek verirsem. Bir elektrik direği günlerce yanmıyor olabilir fakat buna bir ilgi gösterilmediği zaman şehir karanlığa hapis kalabiliyor. Bu alışkanlığın değiştirilmesi gerekiyor. Vatandaşların kendi çevrelerine sahip çıkmaları gerekiyor. Yerel hizmet veren kamu kurumlarının da vatandaşları yerel konularda daha duyarlı olmaları konusunda eğitmeleri gerekiyor. Bir kişinin talebi olduğu takdirde o kişinin cesaretini kırmyacak şekilde yaklaşarak vatandaşların yakın çevrelerindeki konulara ilgi göstermelerini sağlamaları gerekiyor.

ŞİKÂYET ETME KÜLTÜRÜ

Vatandaşlar şikayet ederken tedirgin mi oluyor?

Çok başarılı olmuş 3 belediye başkanının bir araya geldiği bir program seyretmiştim. Orada konuşmacılardan birisi şikayet ile ilgili bir konu açtı. Vatandaşların şikayet etme alışkanlığının çok önemli olduğunu söyledi. O mantık bana çok makul geldi. Şikayetin gelmemesi aslında çok ciddi bir problemin varlığına da işaret edebilir. Vatandaş kapısının önününde yanmayan elektrik direğine şikayette bulunmuyorsa bu ciddi bir probleme işaret edebilir. Çünkü şikayet etmemek yerel yönetimden ümidi kesmek anlamına geliyor. Yerel yönetimlerin vatandaşlar ile çok iyi iletişim kurmaları gerekiyor. Yerel yönetim ile halkın iyi bir diyalog kurmasında önemli bir faktör yerel yönetim biriminin çok donanımlı olması gerekiyor. Siz vatandaşlar ile diyaloğa geçtiğiniz zaman halkın taleplerini dinlediğiniz zaman iyi bir müzakere yeteneğine sahip olmanız gerekiyor. Kişi bir şikayetine üstü örtülü 1-2 cümlelik bir cevap aldığı zaman bunun anlamı bence o birimin yetersizliğine işaret ediyor.

Emekli olmadan önce kendi tanımlamanızla ciddiyetin damıtıldığı yer olan Merkez Bankası'nda görevliydiniz ve 30 yılı aşkın meslek hayatınızda sosyal yaşamın bürokrasiden daha farklı olduğunu gözlemlediğinizi belirttiniz. Bu nasıl bir fark?

Ben Merkez Bankası'nda 30 küsür yıl Merkez Bankası uzmanı olarak çalıştım. Bankada politika 2 kanatlı yürür, birisi maliyet politikası bir tanesi para politikası. Banka para politikasını yürütür. Bir diğer önemli özelliği ise devlete ait kıymetlerin saklandığı bir yerdir. Bu nedenle çok titiz ve ciddi çalışması gereken bir kurum. Orada çalıştığım dönemde bir bürokrat olarak toplumun dışında kaldığımızı görüyorum. Bütün sorularınız ve cevaplarınız belki de Türkiye'nin en iyi kurumunun içerisinde 100 tane soru soruyorsanız bunun 95'i bu kurumun içinde alınmış cevaplar oluyor. Emekli olup topluma adapte olduğunuz zaman toplumu daha iyi tanımaya başlıyorsunuz. Benim izlenimim şu, toplum benim görebildiğim kadarıyla beklediğimden daha zor durumda. Daha zor bir hayat yaşıyor. Bu izlenimi organize bir şekilde, hukuka saygılı ve demokratik bir toplum olarak yaşama konusunda yaşadığımız zorluklar nedeniyle pekiştirdim.

Toplumu bürokratik göreviniz bittikten sonra tanımaya başlamanız akıllara Merkez Bankası'nda kararlar halkın ekonomik ve sosyolojik durumu bilinmeden mi veriliyor sorusunu akıllara getiriyor? Merkez Bankası halkın nabzını ne kadar tutabiliyor?

Benim toplum hayatı izlenimim ile bankanın politikaları birbirinden farklı ilerliyor. Banka dediğim gibi para politikasından sorumlu en önemli görevi fiyat istikrarını sağlamak. Bunu sağladığı ölçüde banka başarılıdır. Biliyorsunuz Türkiye 1980 öncesinden yüksek enflasyon olgusu ile karşı karşıya geldi. Özellikle askeri darbeden sonra uygulanan ekonomik politikalar ile enflasyon biraz daha aşağıya çekildi. Diyelim ki 80'lerin sonuna kadar tekrar aşağıya çekilse de tekrar yükseldi. 2001 yılında güçlü ekonomiye geçiş programıyla da enflasyon daha aşağı seviyelere çekildi. Ta ki 2011 yılına kadar hem mali disiplin hem para politikası disiplini yüksekti. Biraz da dünyada da rahat bir ekonomik konjektör vardı. Bu şekilde ekonomik politikalar başarılı oldu. Ama ilerleyen yıllarda enflasyonun yükselişe geçtiğini gördük. Bu farklı bir hikaye ama şu anda yüksek enflasyonun yeniden Türkiye'nin gündemine girdiğini görüyoruz.

MALİ DİSİPLİN KAYBOLDU

Peki genel anlamda Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik çalkantıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben 2011 yılının ortalarına kadar ekonominin güzel yönetildiğini düşünüyorum. Türkiye'nin bu yıla kadar iyi bir dönem geçirdiğini düşünüyorum. Ancak ilerleyen dönemlerde mali ve para politikasındaki disiplinin yavaş yavaş kaybolmaya başladığını gözlemledim. Öte yandan siyasi istikrarsızlığın arttığını görüyorum. Çok değişik olaylar yaşadık. 2002 ile 2011 yılı arasında yine dalgalanmalar vardı ama son dönemlerde iyice siyasi istikrarsızlık bu yollara sürükledi. Farklı değişik beklenmedik şoklar yaşadık. Öte yandan özellikle hem yatırımcılar hem de kamuoyu nezdinde öngörülebilir bir yönetim çok önemli. Bir taraftan da ekonomik yönetime baktığımızda bocalama ve tutarsızlıkları görüyoruz. Siyasi anlamda da bocalamalar görüyoruz. Bunlar ekonomiyi olumsuz yönde etkiliyor.