İki değerli gazetecimizi ardı ardına sonsuzluğa uğurladık. Önce Orhan İlhan, sonra da Kaya Çelikkanat. Gazetecilerin işten kovulmaları, dolayısıyla uzun süreli işsiz kalmaları pek bilinir. Gelmiş geçmiş sağ iktidarlar basın üzerindeki baskıyı gazetecileri işlerinden attırarak, yazılarını sansüre uğratarak, hepisle, ölümle korkutarak, kağıt tahsisi, resmi ilan kesintisi uygulayarak sürdürürler. Orhan İlhan ile Kaya Çelikkanat da bundan payını almış gazetecilerimizdi. Birinci Kordon'daki döneminin ünlü Pasaport Kahvesi'nin ya da bizlere sürekli çay taşıyan Kahveci Osman'ın dili olsa da anlatsa 1970'lerdeki işsizlik günlerimizi, aylarımızı... Onca sıkıntıya karşın ikisi de sakin, gözbebekleriyle gülen dünya güzeli insanlardı, ağabeylerimizdi. Işık içinde uyusunlar.
 *
Yıl 2017. Her tarafımız köprü, viyadük, duble yol, HES, RES. Kalkınma dur durak bilmiyor! Yine sağ bir iktidar kendi borusunu öttürüyor. Özgürce yazıp çizen muhalif basın üzerindeki baskı haliyle sürüyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, yayımladığı 2016 Dünya Basın Özgürlüğü Raporunda, 180 ülkelik basın özgürlüğü listesinde Türkiye'ye 151. sırada yer verdi. Listede, önceki yıla göre iki basamak geri düşen Türkiye, örgütün yayımladığı "basın özgürlüğü haritasında" kırmızı ile renklendirilen ülkeler arasında yer aldı. Listede Türkiye ile birlikte Rusya, İran, Irak, Cezayir, Nijerya, Etopya gibi ülkeler aynı kategoride boy gösterdiler. Böylelikle birçok devlet ve devlet dışı unsurun kontrol ve manüple ettiği basını savaş silahı olarak kullanmaları olgusunda ülkemiz hiç de geride kalmadı. Ne demiştik; her yanımız köprü, viyadük, duble yol, HES, RES. Hepsi çağdaşlığa çıkıyor!
Ne yapalım? Filmi biraz başına saralım ve bugünküne son derece benzer Menderes'in başbakanlığındaki Demokrat Partili yıllara gidelim:
Menderes, Başbakan olduğu dönemde "kudretli adam" olmanın verdiği güçle basına karşı her geçen gün sertleşen bir tutum izlemekten kendini asla alıkoyamamış bir siyasetçidir. Bundan payını alanlardan birisi Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın'dır ve seksen yaşında hapse atılmıştır. Döneminde Hüseyin Cahit Yalçın'ı pek çok gazeteci izlemiş ve cezaevinin yolunu tutmuştur. Ankara'da Akis dergisinin sahibi Metin Toker, yazıişleri sorumlusu Cüneyt Arcayürek, Kurtul Altuğ, Ulus gazetesinden Şinasi Nahit Berker, Nihat Subaşı, Ülkü Arman, Beyhan Cenkçi "Ankara Hilton"un yolunu tutan gazetecilerdir. Bu furyadan bugün olduğu gibi o zaman da karikatürcüler nasiplerini almışlardır. Hemen akla gelen iki karikatürcü; Ulus gazetesinden Halim Büyükbulut ile İstanbul'da haftalık yayımlanan Halk gazetesinden Ratip Tahir Burak'tır. Öyle ki, iktidar mensuplarını karikatürize etmek mangaldaki ateşi elle tutmak olunca karikatürcülere eleştiri için çizim malzemesi olarak kala kala; İstanbulluların, boyunun kısalığından dolayı adını "Mini vali" taktıkları ve "Mini Mini Valimiz, Ne olacak Halimiz" tekerlemesini dillerinden düşürmedikleri Vali ve Belediye Başkanı Ordinaryüs Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay kalacaktır.

Dönemin gazete haberleri incelendiğinde; basın davalarının sayısının her geçen gün arttığı, gazetecilerin ifade vermek için basın savcılığı kapısının önünde kuyruğa girdikleri görülecektir. Oysa gazeteciler kamuoyunun bilgilenme hakkı konusunda hizmet veren emekçilerdir.
DP İktidarının bir diğer baskı aracı ise gazetelere ayırdığı kağıt tahsislerinde kısıtlamaya gitmesidir.
Bugünün yandaş basınında eli kalem tutanlar, 1950-960 arası dönemi inceleseler de bugüne bilgi ve belge taşısalar pek iyi olacak, diye sık sık düşünmekteyim.
Zamanın DP İktidarının kudretli Başbakanı Adnan Menderes niye bu denli hücumkârdı, onu bir yana bırakıp yine tarihten bir sayfaya özet bölüm ayırıp, siyaset adamı olmadan önce ağa/yurttaş Menderes nasılmış, ona bakalım mı?

İzmirli Nail Moralı'nın, "Mütarekede İzmir" adıyla 1976 yılında yayımlanmış anılarına göz atalım:
"Adnan Bey'i, harp sonlarına doğru, çoğunlukla, Klonaridi Gazinosu'nun bilârdo salonuna giren kapının kenarındaki masada görürdüm. Bu masada gedikliler; Torbalılı Emin, Sandık Emini-eski Pekin Büyükelçisi Nuri Eren'in babası- Mahmut Bey, İttihatçıların Bodrum'a sürgününden affedilip İzmir'de ikâmete memur edilen Kör Emin ve arkadaşlarının bu masasında Adnan bey'i bir kenara büzülmüş görürdüm. O masaya ben de uğrardım.
Aydın eşrafından Aydın Bey (Menderes) çok sakin, terbiyeli bir gençti. O halini hatırlarım da Demokrat Parti'nin ceberut lideri olarak siyaset âlemindeki halini hayretle karşılardım.
Adnan bey, kardeşim Rıfat'ın Amerikan Koleji'nden arkadaşı idi. İktidarda iken ona sorardım, "Adnan bey uslu bir öğrenci idi. Yalnız müstehciliği olurdu" derdi.
                              *
Dönemin görkemli DP İktidarının çizdiği karikatürlerden korktuğu ve 18 ay hapse mahkum ettirdiği haftalık Halk gazetesi karikatüristi Ratip Tahir Burak'tan bir anı aktaralım da siyasi iktidar mı yaman, karikatürist mi görelim bakalım.
İktidarın baskısı nedeniyle çalıştığı Hürriyet gazetesinde özgürce karikatür çizemez olan Semih Balcıoğlu işinden ayrılır, Nuruosmaniye'de ahşap bir binanın üst katını yayımlayacağı, sonradan adı Taş olacak dergi için kiralar. Derken derginin kadrosu şu adlardan oluşur: Yazarlar: Rıfat Ilgaz, Haldun Taner, Oğuz Alplaçin, Yalçın Kaya, Mehdi Zıt, Çetin Altan. Karikatüristler: Bedri Koraman, Ali Ulvi, Ferruh Doğan, Yalçın Çetin, Mıstık, Mustafa Uykusuz, Semih Balcıoğlu. O sıra 18 aylık hapis cezasını Paşakapısı Cezaevi'nde tamamlayan Ratip Tahir Burak da gelir ve Balcıoğlu'nun teklifi üzerine kadroya girer. Ratip Tahir Burak, Balcıoğlu'na, "olur" dedikten sonra konuşmasını şöyle sürdürür:
-Hapisten sonra kapımı hiç kimse çalmadı, ilk sen çaldın. Ben bunu unutmam, tabii çizerim.
Evi, Mecidiyeköy'de Ortaklar Caddesi'ndedir. "Bu evin arsasını bana Atatürk aldı" diyerek konuşmasını sürdürür ve anlatır:
-Ankara'ya ilk gittiğim günler baktım ki, hiçbir devlet dairesinde Atatürk'ün resmi yok. Sakarya Caddesi'nde bir apartmanın giriş dairesini kiraladım. Aynı boyda bir sürü tuvaller ve onlara göre de çerçeveler aldım.
Birinci gün yedi tuvale kalemle Atatürk çiziyordum. İkinci gün fon, üçüncü gün de ten boyuyordum. Yedi günde yedi portreyi bitiriyordum. Kurumaya bırakıp, çerçevelerini de taktım mı, her gün devlet dairelerine birini, ikisini satıyordum.
Bu iş birkaç yıl devam etti. Ankara'da Atatürk'süz devlet dairesi kalmadı. Önce arsayı aldım, sonra da bu apartmanı yavaş yavaş çıktım üstüne. Yani, burayı bana Atatürk aldı!

Tarihten sayfalar

1 Mayıs


Yarın 1 Mayıs. İşçi ve Emekçinin Bayramı. Dünyanın pek çok ülkesinde coşkuyla kutlanan bu bayram bizde polis copu, göz yaşartıcı bomba, tutuklama ve ölüm ile gündemi doldurur. 34 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977 en kanlı 1 Mayıs olarak tarihe geçmiştir. Sığ sağ siyasetlerden yakamızı kurtaramadığımız sürece bu acılar ne yazık ki hep sürecek ve güneşli günler hep uzakta olacak...