Balkan Savaşı, tarihimizin en yüz kızartıcı bozgunlarının başında gelir. 250 bin kişilik Osmanlı Ordusu, daha yeni devlet olmuş Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ'ın karşısında doğru dürüst direnemez bile.

Bütün Rumeli'nin elden çıkması, 15 günden daha kısa bir sürede olup bitmiştir. Osmanlı'nın en modern ve gelişmiş şehri Selanik, tek bir silah atılmadan teslim olmuştur.
Oysa Rumeli'de bulunan 250 bin kişilik ordunun, silah ve teçhizat bakımından, Osmanlı'nın son yüzyıllarının en iyi donatılmış ordusu olduğu söylenir. Sadece Doğu Ordusu'nun elindeki top sayısı, Bulgar Ordusu'nun elindeki toplardan daha fazladır.
Savaşa doğru gidilen aylarda genel kanaat, Osmanlı Ordusu'nun her bakımdan üstün olduğudur. "Büyük Devletler"in İstanbul'daki elçileri, Balkanlarda "statükonun bozulmaması" yönünde uyarılarda bulunmaktadırlar.

Bu koşullarda başlayan savaş, birkaç gün içinde Osmanlı Devleti açısından tam bir bozguna dönüşmüştür. Doğu ve Batı Orduları arasındaki irtibat kesilmiştir.
Osmanlı Ordusunun yenileceğinin belli olması üzerine, Yunanistan da savaşa katılır. Bulgar Ordusu, Çatalca'ya dayanır. Bütün Rumeli elden çıkar.
Balkan Savaşı bozgununun bugün için son derece önem taşıyan dersleri vardır:

Osmanlı ordusuna operasyon

1912 yılında yapılan seçimlerin ardından, 22 Temmuz 1912'de, Gazi Muhtar Ahmet Paşa Hükümeti kurulmuştur. Kabine üyelerinin yaş ortalaması 65'in üzerindedir.
Ama Hükümetin en önemli özelliği, İttihat ve Terakki'ye karşı olanların inisiyatifi ele geçirmiş olmasıdır. Azılı İttihatçı düşmanı Kamil Paşa, kabine üyesidir.
Ordu içinde, İttihat ve Terakki'ye karşı olan "Halaskaran Zabitler" adlı bir grup, Kabine'nin bazı üyeleri tarafından korunmaktadır.
1912 yazında Rumeli Ordularında görev yapan çok sayıda değerli kumandan ve genç subay, İttihatçı oldukları gerekçesi ile Anadolu'ya ve İmparatorluğun diğer bölgelerine sürgüne gönderilir.
Dışişleri Bakanı Narodokyan Efendi'nin verdiği rapor ve güvence üzerine 120 bin asker terhis edilir. Osmanlı Hükümeti, "Büyük Devletler"in Balkanlarda bir savaşa izin vermeyeceği kanaatindedir.
Savaş başlar ama savaş durumunda yapılacak işleri bilen, hazırlanan planları uygulayacak subay bulunamaz.

Kasada unutulan savaş planları


Tevfik Çavdar, "Talat Paşa" adlı kitabında (İmge Kitabevi, 2001), Celal Bayar'dan aktararak şöyle yazar: "Eski iktidar Muşir Ahmet İzzet Paşa'nın anlattığı savaş planlarının yanı sıra, seferberlik zamanında derhal uygulanacak tafsilatlı, mükemmel bir iaşe ve levazım planı hazırlanmış, zamanı gelince açıp kullanılmak üzere gizli kasaya konmuştu.
Daha sonra yapılan Hükümet değişikliğinde (Babıâli baskınından sonra olsa gerek) işten uzaklaştırılmış eski uzman subaylar tekrar yerlerini aldıkları vakit kasayı açmışlar, 'planlara el sürülmediğini' derin bir hayret ve esefle görmüşlerdir."
Lüleburgaz Savaşı üzerine yabancı yorumcuların yaptığı değerlendirme de son derece aydınlatıcıdır:
"Lüleburgaz Savaşı dört gün sürdü. Harbin sonucu belli oldu. Savaşı Türkler kaybetti. Çünkü askerin ekmeği, başkumandanın telgrafı yoktu." (Age. s. 261)
Şimdi gelelim bugüne...

Günümüzdeki operasyon

Türk Ordusu'nun 68 generali bugün hapistedir.
Tutuklu subay sayısı yüzlerle ifade edilmektedir. Sadece "Balyoz" davasında 250 komutan tutukludur.
"Ergenekon", "Balyoz", "Askeri Casusluk", "Poyrazköy", "fuhuş" vb. adlar altında, subayları hedef alan doludizgin bir kampanya yıllardır yürütülmektedir.
Türk subayının bugün vatanı savunmak için attığı her adım, potansiyel bir tutuklanma nedeni haline gelmiştir.
Daha önemlisi, beş yıllık psikolojik savaşın ardından, Ordu'nun yaşadığı itibar kaybıdır.
Bu açıdan bir kıyaslama yapıldığında, Balkan Savaşı öncesi durumdan daha beter bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz görülür.

Türkiye'yi bekleyen tehlike


Türkiye bugün, AKP Hükümetinin izlediği politika sonucu, Suriye ile savaşın eşiğine gelmiştir.
Ama Türkiye'nin varlığına ve bütünlüğüne yönelen tehdit Suriye'den değil, ABD işgalindeki Kuzey Irak'tan ve yine ABD himayesindeki bölücü kalkışmadan geliyor.
Balkan Savaşı'ndan tam yüz yıl sonra, aynı plan bir kez daha sahneye konmuştur.
Günümüzün Hürriyet ve İtilafçıları, bir yandan Ergenekon Operasyonlarıyla Ordu'yu savaşamaz duruma getirirlerken, öte yandan Kuzey Irak ve Suriye üzerinden Türkiye'nin toprak bütünlüğünü hedef alan bir kalkışmanın taşlarını döşemektedirler.
Bütün sorun, milletimizin 100 yıl sonra aynı tuzağa bir daha düşüp düşmeyeceğindedir.