Hani derler ya "Leyleği havada mı gördün?" Sanırım, ben görmüşüm. Aslında bulutların arasında bir karaltı gibi geldi. Yılın başında Birmingham üstünde uçağımız tur atarken, buluta girmeden bir kanat çırpışını gördüğümü düşündüm veya bulutun kanat şeklindeki görüntüsüydü. Bu mealde daha bir şeyler yazabilirim ama bugünlerde kimi görsem veya kim beni arasa aynı şeyi söylüyorlar: "İnci sen leyleği havada mı gördün?" Şaka bir yana bugüne gelinceye kadar gerçekten öyle oldu. Şikayetçi miyim? Haşa... Leylekler uçarlar, uçarlar sonunda yuvalarına konarlar, sevdiklerine kavuşurlar. Biz de öyle. Zaten her seyahatin sonu bir kavuşma değil midir? Kendi adıma dünyanın bir yanından öbür yanına uçarken, varış sevdiklerine kavuşmak olunca...

***

Her yıl Şubat'ın ilk haftası gökler kanat açar bana. Yere inince de açılan eller, sarmalayan kollar, çığlıklar "Annem gelmiş, anneannem gelmiş". Torunumla özel buluşmamızdır bu. Giderken, uçak uçmaya başladığında kalbim daha hızlı atarken, saatler zor geçer. Yol zaten uzun ama varış her şeye değer. Bu tabloyu Singapur'da yaşamak da ayrı bir mutluluk. Tertemiz, düzenli ve güvenli bir yer. Her yıl olduğu gibi bu yıl da altını üstüne getirdik. Alan dar, nüfus çok, yeni inşaatlar, yeni gökdelenler, genişletilen yollar, artan kalabalık. Bu yıl Çin yeni yılı kutlamalarına denk geldik. Şehir ve evler adeta kırmızıya bürünmüş. Alışveriş merkezleri, caddeler rengarenk süslere bürünmüş, tam bir karnaval havası, yaşamak dolaşmak mutluluk. Ne bir dilenci ne de bir evsiz var bu memlekette. Sistemin her kalemi tıkır tıkır işliyor. Yaşadığımız ortamlardan sonra insan kendini başka bir gezegene gelmiş gibi hissediyor. Telefon kapalı, TV yok tam özgürlük. 10 günlük bir rüyadan sonra ülkemdeyim.

***

Bu sefer başka bir yolculuk istikamet Eskişehir. Eşimin bilimsel toplantısı ve konferansları nedeniyle. Öyle mi, böyle mi gidelim derken, arabayla karayolundan geze geze gitmeye karar verdik. Uzun zamandır unuttuğumuz bir seyahat türü oldu. İzmir'den yola çıktık, Salihli'de Değirmen'de bir odun köftesi yemeden geçilmez. Kula'dan geçerken özel coğrafyası ve kültür varlıkları bize buraya özel bir gezi ile gelmemizi söylüyor. Baharın müjdecisi çiçek dökmüş badem ağaçları, yemyeşil çayırlar ormanlar. Sonrasında levha olmasa da değişen coğrafya bize Ege'den çıktığımızı söylüyor. Simav üzerinden, Kütahya ve nihayet Eskişehir. Bu güzel şehre en son 2009'da gitmiştik. Görünen o ki, geçen sürede bir Eskişehir daha eklenmiş. Singapur da Singapur derken sanki Tanrı "Gör, Eskişehir'i" dedi. Müzeler insan kaynıyor; konserler, söyleşiler. Caddeler, sokaklar kalabalık, şehir sanki yaşayan canlı bir organizma. Caddeler, sokaklar pırıl pırıl dükkânlar, AVM'ler esnafı öldürmemiş burada. Bir dokunuşun neler yarattığının simgesi Eskişehir. Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'in Eskişehir'de yalnız dokunuşunu değil, Cumhuriyet sevgisini, Atatürk sevgisini, insan sevgisini, doğa sevgisini ve büyük sevgilerin içinde hayata saygısını görüyor, yaşıyorsunuz. Öyle bir imreniyorsunuz ki Eskişehir'e. Düşünüyorum da klonlayabilseydik değerli Yılmaz Büyükerşen'i her ile bir tane. Nasıl olurdu? O, bu yılın Vehbi Koç ödülünün sahibi. Kendi adıma bir ödül dileğim daha var. Yılmaz Büyükerşen'i bir gün T.C. Cumhurbaşkanı olarak görmek...