Bundan iki yıl önce 10 Kasım ile ilgili köşe yazımda 'Mevcut siyasi iktidarın oluşturduğu ortamın verdiği cesaretle son zamanlarda Atatürk'ün imgesine çeşitli saldırılar yapılarak onun oluşturduğu Türkiye Cumhuriyeti kimliği değersizleştirilmeye ve belki de sonrasında yok edilmeye çalışılıyor' tespitinde bulunmuştum. Geçen iki yıl içerisinde yaşanılanlar; maalesef bu tespiti haklı çıkartıyor. Cumhuriyetin kurucusuna karşı özel ve siyasi hayatına karşı yapılan haksız eleştiriler; bugün devlet kurumlarından TC (Türkiye Cumhuriyeti) ibaresinin kaldırılmasına, 'Ne Mutlu Türk'üm Diyene' sözünün meydanlardan sökülmesine zemin oluşturdu.
   
Atatürk'ün başlattığı modernleşmenin yerleşmesi için kentin köye gidip modernleşme ve sanayileşme hareketini güçlendirmesi gerekirken, köy kalabalık topluluklar halindeki köylüleriyle büyük kentlere geldi. Köylüler, köylü geleneklerini ve dini uygulamalarını da beraberlerinde getirdiler. Kentlerde kentin bir parçası olmak yerine, adeta kentleri köyler haline getirdiler. Bunun da bugünkü Türkiye'de mevcut siyasi ortamın oluşmasını kolaylaştırdığını düşünüyorum.
   
Bugün ülkeyi yöneten siyasi parti sıklıkla dini söylemlerde bulunmaktadır. Bununla birlikte sürekli laikliği koruduklarını açıklamaktadırlar. Böyle olduğu halde günümüzde bazı kişiler ve organize toplulukların dünyada ve Türkiye'de dini konuları ve etnik kimlik sorunlarını kullanarak ya da bunları bahane ederek seslerini yükseltmeye çalıştıklarını ve Atatürk imgesini ve Atatürk'ün yarattığı Türk kimliğini değersizleştirmeye çalıştıkları artık günümüzde olağan hale gelmiştir.
   
Atatürk'ün yaptıklarını okurken ve değerlendirirken, tıpkı dünyadaki diğer liderleri ve önemli kişilerde olması gerektiği gibi; liderliği sırasındaki tarihi durumu göz önünde tutmamız gerekiyor. Bir lideri yaşadığı dönemden alıp şimdiki zamana koyar ve yaptıklarını günümüz dünyasında olan sosyal, ekonomik ve politik süreçlere bakarak değerlendirmeye çalışırsak, liderin tarihi rolünü anlamakta güçlük çekeriz. Yoksa günümüz popüler kültüründe olduğu gibi dünya tarihini yönlendiren padişahlarımızı harem tutkunu gibi algılayabiliriz.
 
Öte yandan, 'Ölümsüz Atatürk' kitabının yazarı Vamık Volkan; Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunun imgesinin yıpratılmasına göz yummak, elimizdeki tabanca ile kendi ayaklarımıza kurşun sıkmak gibidir diyor ve Onsuz bugünkü Türkiye var olamazdı tespitinde bulunuyor. KKTC kurucu lideri merhum Rauf Denktaş ise 'O sadece Türk ulusu için değil özgürlük ve adalet için mücadele eden milletlerin tarihinde bir rehber olmayı başarmıştır.' Şeklinde Atatürk imgesinin sadece Türk ulusu için değerli olmadığı tespitinde bulunuyor. Bana göre de o emperyalizme karşı baş kaldırmış ve büyük bir zafer kazanmış, kendi dönemi için ilerici devrimci bir liderdir.

İki yıl önceki yazımı bitirirken kendi mesleki deneyimlerimi kullanmışım. Aynı tespit bugün de geçerliliğini koruduğu için yeniden paylaşıyorum: Bir yakınını kaybetmiş kişi çoğu zaman o kişiyi iç dünyasında yaşatmaya devam eder. Ona bir şeyler katmış insanın bir kahkahası; olaylara tepkisi; bakışı bazen bizimle yaşamaya devam eder. Belki bu kahkaha; anlık tepkiler de onun bir önceki nesilden kendi içinde koruyup yaşatarak bize aktardıkları olabilir. Aslında yas tutan o kişiyi kendi hayatında yaşattığı sürece o kişi ölümsüzleşir. Bizler için de Atatürk'ün idealleri; yaşam anlayışı içselleştirdiğimiz ülküler haline gelmiş olup; bizler var olduğu; onun hayat verdiği Türkiye Cumhuriyeti yaşadığı sürece her birimiz O'nun ölümsüzlüğünün birer parçaları olacağız.