Binlerce İzmirli Gündoğu Meydanı'nda demokrasi adına ne kadar güzel bir görüntü meydana getirdiler. Birlik beraberlik masajları da ancak bu kadar güzel verilebilir. Muharrem İnce'den söz ediyorum...

Asıl miting ise İstanbul'da. Çünkü memleketin nabzı ve seçimlerin sonucunu bir gün önceden görebileceğimiz bir görüntü olacak. Bakalım bu mitinge girenlerin kimlik kontrolleri de yapılacak mı?
Baksanıza Meral Akşener'in ki bir zamanların İçişleri Bakanı bile bu uygulamadan şikâyetçi...
AKP'nin mitingini gördük. AKP'nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan konuşurken, halkın kameralara yansıyan görüntüleri de gözümüzün önünde...

Ne demek, anlamadım!
 
Şimdi size tarihi bir gerçekten söz edeyim. Daha doğrusu Prof. Dr. Hakkı Keskin'den alıntı yapayım. Belki merak eden olur, kimdir bu Prof. Dr. Hakkı Keskin?
Siyasal Bilimci, Almanya ve Avrupa Parlamenter Meclisi eski Üyesi. Belki anımsarsınız, 28 Nisan 2018 tarihli TBMM gurup toplantısındaki konuşmasında AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı kimliğiyle Erdoğan, şu açıklamayı yaptı: 'CHP susuzluk, çöplük, hava kirliliği, tezek demektir. Bunlar taş taş üstüne koymadılar. Biz istiyoruz ki bir şeyler ortaya koysunlar!'
Prof. Keskin, 'Bu denli ağır hakaretleri içeren ve gerçekleri örtbas eden bir konuşma sanıyorum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olsa gerekir.' dedikten sonra uzun uzun örnekler veriyor.
Ben birkaçını paylaşayım:
'Türkiye 1923'te yoksul bir köylü devletidir. Ekmek ununun, tekstilin bile çoğu ithal ediliyor.
Salgın hastalıklar insanları ve hayvanları kırıyor. Tüm Türkiye'de sadece 337 doktor, 136 ebe ve 434 sağlık memuru bulunuyor. Okuma yazma bilenlerin oranı yüzde beş düzeyindedir.
Tüm Türkiye'nin sanayi üretimi, 20 bin insanın çalıştığı bir fabrika üretimi kadardır. Türkiye tüm sanayi ürünlerini, demir-çeliğini, çimentosunu, kimyasal ürünlerini dışarıdan satın alıyor. Tuz kaynaklarından tekel ürünlerine, demir yollarından bankalara neredeyse her şey, Osmanlı İmparatorluğu'nun borçları nedeniyle, alacaklı devletlerin kurduğu Düyunu Umumiye'nin elindedir.

İçler acısı idi

14, 15 ve 16. yüzyıllara kadar birçok alanda Avrupa ülkelerinden daha gelişmiş düzeyde olan Osmanlı İmparatorluğu'nun, 1923 yılında bıraktığı miras gerçekten içler acısıdır. Birinci Dünya Savaşını kaybeden, İmparatorluğa ait Arap Dünyası ve Balkanlar elinden alınan ve hatta Anadolu'nun bile büyük bölümü işgal edilen Türkiye, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda gibi Batı Avrupa ülkelerinden her alanda iki-yüzyıl geride kalmış durumdadır.
Bu geri kalmışlık, eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sanayide, tarımda, altyapı hizmetlerinde, ulaşımda, haberleşmede, gerçekten de her alanda kendini tartışılmaz biçimde gösteriyor.

Ders çıkarmak şart

Kuşkusuz, Osmanlı Devleti bizim tarihimiz, geçmişimizdir.
Ancak bu İmparatorluğun 16. yüzyıldan başlayarak hangi nedenlerden bu denli geri kaldığını, giderek yarı sömürge durumuna geldiğini ve sonunda da parçalandığını bilmek ve buna göre değerlendirme yapmak ve ders çıkarmak gerekir.
1535 yılında Fransa, 1580 yılında İngiltere, 1612 yılında Hollanda, 1617 yılında Avusturya , 1678 yılında Polonya, 1700 yılında Rusya ile yapılan ve bu ülkelere ticarette, kendi ülke girişimcilerine vermediği özel imtiyazlar tanıyan 'Kapitülasyon' anlaşmaları, Osmanlı sanayisi ve ekonomisinin yıldan yıla çöküşünün esas nedeni olmuştur.
İşin garibi, bu çöküş, İmparatorluğun en güçlü olduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamıştır.

Eskiden de aynıydı

1854 yılında yabancı ülkelerden borç almaya başlayan İmparatorluk, 1876 yılında borçlarını ödeyemez hale gelir ve iflas ettiğini açıklar. İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve İtalya'dan oluşan alacaklı ülkeler, 1881 yılında merkezi İstanbul'da olan ve ismine 'Düyunu Umumiye' denilen Alacaklı Ülkeler Komisyonunu kurarlar. Böylece Osmanlı devletinin maliyesini, ekonomisini ve hatta siyasetini bu devletler kontrol etmeye başlarlar.
Devletin gelir kaynaklarına el konulur. Osmanlı İmparatorluğu artık yarı sömürge durumuna gelmiştir. Batılı ülkeler, Osmanlı Devletini 'Boğazdaki hasta adam' (Der Kranke Mann am Bosporos) olarak görmektedirler.
Bu kavram o tarihten itibaren literatüre de geçmiştir.
Bu hasta adamın, Birinci Dünya Savaşı sonuna değin yaşayabilmesi, onun dirayetinden çok, Osmanlı Toprakları üzerinde pay sahibi olma yarışında bulunan İngiltere, Rusya, Almanya ve Fransa arasındaki kızgın rekabetten kaynaklanmaktadır. İşte daha sonrasını bir sonraki yazımda paylaşacağım...

DİP EKSPRES

Sadece güvene ihtiyacımız var

Halkın en büyük sorununun ekonomi olduğu açık ve ortada... Aynı şekilde ülkemizin de...
Pazarı, çarşıyı ele almayacağım..
Bunu herkes biliyor...
Özellikle seçimi ve bayramı fırsat bilenlerden de söz etmeyeceğim. 16 yılda 151 milyar faiz ödendi, Londra'daki tefecilere. Cari açık iyice büyüdü...
Borç bini aştı...
Yani aklımızı başımıza almamız ve yeni bir güven verilmeli iş dünyasına...