Geçtiğimiz Pazar günü Altay ile ilgili yazdığım yazıya birçok dostumdan, Altay camiası için önemli isimlerden olumlu geri bildirim aldım. Hatta hafta içersinde görüştüğüm yönetim kurulu üyelerimizden biri bile samimiyetle saptamalarımın gerçekliğini belirtti. Yine değer verdiğim kişilerden biri ise yönetimi vizyonsuzlukla suçlamanın fazla olduğunu belirtti. Hepimizin ortak arayışı ise Altay'ı kurtaracak olan reçete ve çözüm.

Habertürk Gazetesinden Alihan Mestçi HT Pazar ekinde; futbol lezzetçileri için müthiş bir sunum yaptı. Şampiyonlar Liginin Finalini iki Alman futbol ekibinin oynayacak olmasından yola çıkarak Almanların bu işi nasıl becerdiklerini araştıran gerçek bir futbol araştırmasını bizlerle paylaştı.

Oysa Almanlar 2000 yılında milli takımlar seviyesinde dibe vurmuştu. Bunun üzerine yapılanma hareketi başladı ve ilk iş; Seyit Mehmet Özkan'ın Bucaspor ve Altınordu'da başardığı gençlik akademileri kuruldu. Bundesliga 1 ve 2'de oynayan tüm takımlara altyapı akademisi kurma zorunluluğu getirildi. Akademisi olmayan takımlar ligde oynama lisansını alamıyordu. Akademilerdeki öğrencilerin nasıl eğitileceğinden, idman sahalarının ışıklandırılmasına kadar kulüplerin uyması gereken kurallar belirlendi. Buna göre akademilerde minimum 3 futbol sahası; 3 tam zamanlı antrenör, belirli bir futbolcu gelişim programı ve civar okullarla yapılacak bir işbirliği stratejisi bulunması şart. Üç yılda bir akademilere 250 kriterli bir denetim yapılıyor. İlk yıl akademilere 48 milyon avro ayrılırken; 2010'da bu rakam 86 milyon avroya ulaştı. Bunun neticesinde 2010 Dünya Kupasının en genç milli takımı Almanya oldu. Altay'ın bu yıl A2 ligine katılmaması, akademi liglerinde yaşadığı sıkıntılar, altyapının yetenekli oyuncularının başka kulüplerin yolunu tutması yönetim vizyonu ile ilişkili değil midir?

Altay'ın sadece paralı yöneticiler veya holdinglere satılmasıyla kurtulabileceğine inananlara inat; Şampiyonlar Liginin iki finalistini bulunduran Bundesliga; UEFA'nın koyduğu ve futbol kulüplerinin gelirlerinden fazla harcama yapmamalarını öngören finansal kriterleri layıkıyla yerine getiren tek lig. Getirilen kuralla en üst iki ligdeki kulüplere en az %50 taraftar ortak. Örneğin Bayern Münih'in 185bin kulüp üyesi kulübün %82 hissesine sahip. Böylece Alman kulüpleri petrol zengini Rus ve Arapların kontrolüne girmiyor.

Bu kurtuluş reçetesi sadece sportif başarıya odaklı bir proje de değil. Tribünlerde başlattıkları projeler sayesinde Almanya Neo-Nazilerin en az örgütlü oldukları tribünler haline geldi. Bundesliga'da ortalama bir maç bileti 12-15 avro arasında değişiyor. Yani Almanya Avrupa'nın en ucuz maç bileti satılan ülkesi. Bundesliga ortalama 45bin taraftarla Avrupa'nın en fazla seyirci ortalamasına sahip ligi. Bundesliga'nın başkanı Seifert 'biletleri ucuz tutuyoruz çünkü durumu olmayanlarında stadyumlara gelmesini istiyoruz. Burada futbol her yaştan her sınıftan insanı bir araya getiren aktivitelerden biri. Ne siyasiler ne de kiliseler bunu gerçekleştiremiyor. Biz tüm toplumun stadyumlarda futbolumuzun bir parçası olmasını istiyoruz' diyor. Bayern Münih başkanı Hoeness ise bilet fiyatlarını ikiye üçe katlayabileceklerini bunu tercih etmediklerini şöyle açıklıyor: 'Bu insanlar için büyük para. Bu yüzden bilet alırken 2-3 kere düşünecekler. Kulüp için ise fazladan birkaç milyon avro ek gelir sağlanacak. Böyle paralar transfer masalarında beş dakikada kazanılır.'

Tüm bunları düşününce kulüpleri kurtarabilecek tek yolun vizyon sahibi yöneticiler olduğunu söylemek, bu başarısızlıkları doğuran kişilere haksızlık mıdır? Türkiye'de en hızlı eriyen kulüplerden biri haline gelen Altay yönetimini, camia önderlerini vizyonsuz olarak değerlendirmek insafsızlık mıdır?

Ben bu vizyona sahip insanların camiamızda olduğuna inanıyorum. Altay'ı bu durumdan çıkartabileceğine inandığım, bugüne kadar görüştüğüm bazı divan kurulu üyelerinden, taraftar temsilcilerine, eski oyunculardan ve yöneticilere herkesin ortak olarak reçete olabileceğine inandığı, camiayı kenetleyebileceğine güvenilen biri var. Şimdilik kendisinin tavrını bekliyoruz. İnsanlığını, dostluğuna olan saygımızdan da hayatımızın merkezindeki Altay için çare olarak düşünsek de onun açıklaması için sabrediyoruz. Umarım gün gelir, ne o ne biz keşke demeyiz.