Türkiye, tarih boyunca farklı etnik kimliklerin, inançların ve siyasi düşüncelerin bir arada yaşadığı bir ülke oldu.
Bunun yanı sıra din, mezhep, ulus, milliyet ayrışmaları körüklendi. Yazılı, görsel ve digital medyanın belirlediği siyasi güce sahip olanlar iktidar olmayı başardılar. Toplumsal kutuplaşma derinleşti ve insanlar giderek kendi düşüncelerini pekiştiren medya kaynaklarıyla sınırlı kaldı. Bu durum, karşıt görüşleri anlamaya yönelik empatiyi zayıflatıyor ve toplumsal barışı zorlaştırıyor. Oysa Türkiye’nin geleceği birbirimizi daha iyi anlamaktan ve ortak bir yaşam kültürü oluşturmaktan geçiyor.
Zihinler medya kapanında sıkışıyor!
Bugün Türkiye’de birçok insan yalnızca kendi siyasi görüşüne hitap eden medya organlarını takip ediyor. Örneğin, A Haber izleyicileri yalnızca belirli bir perspektiften bilgi alırken, Halk TV izleyicileri de başka bir pencereden dünyaya bakıyor. Oysa bu iki kesimin birbiriyle empati kurabilmesi için karşılıklı olarak farklı medya kaynaklarını deneyimlemesi gerekiyor. Bir A Haber izleyicisinin bir ay boyunca Halk TV izlemesi ve tam tersi şekilde bir Halk TV izleyicisinin bir ay boyunca A Haber izlemesi, zihinlerde yeni pencereler açabilir. Bu tür bir deneyim, her iki grubun da nasıl bir söylemle şekillendiğini görmesine, anlatılanların ötesinde bir gerçeklikle yüzleşmesine yardımcı olabilir.
Tek bir bilgi kaynağına bağımlı olmak, insanı belirli bir düşünce çerçevesine hapseder. Kendi inançlarımızın, ideolojimizin ve önyargılarımızın ne kadar medya tarafından şekillendirildiğini ancak farklı perspektiflere maruz kalarak fark edebiliriz. Belki de en büyük kutuplaşma, insanların birbirini yanlış anlamasından ve birbirleri hakkında yalnızca duyduklarıyla hüküm vermesinden kaynaklanıyor.
Kürt halkını kendi yaşam alanında görmek
Türkiye’deki ayrışmanın en önemli unsurlarından biri de Kürt meselesidir. Kürt halkı, tarih boyunca çok farklı deneyimler yaşamış, büyük acılar çekmiş ve kültürel olarak da kendine özgü bir kimlik inşa etmiştir. Ancak Türkiye’nin batısında yaşayan birçok insan, Kürtleri yalnızca medyanın anlatıları üzerinden tanıyor. Oysa gerçek bir anlayış ve kardeşlik, bir halkı doğrudan gözlemlemek ve onun yaşamına tanıklık etmekle mümkündür.
Bu nedenle, Türkiye’nin farklı kesimlerinden insanların Kürt coğrafyasına giderek oradaki yaşamı deneyimlemesi büyük önem taşıyor. Diyarbakır’ın sokaklarında gezmek, Mardin’de insanların sohbetlerine kulak vermek, Van’da bir köy evine misafir olmak, Şırnak’ta çocuklarla oynamak… Tüm bunlar, Kürt halkının yaşadığı gerçekliği, acılarını, sevinçlerini ve umutlarını doğrudan anlamamızı sağlayacaktır.
Böyle bir deneyim, Kürtleri yalnızca “terör” ya da “bölücülük” söylemleriyle tanımlayan zihinlerin dönüşmesini sağlayabilir. Aynı şekilde, Kürt halkı da batıdan gelen insanların empati çabalarını gördükçe, karşılıklı güven inşa edilebilir. Türkiye’de barış ve kardeşlik, ancak birbirimizi tanıyarak, önyargılarımızı kırarak ve birlikte yaşam kültürü geliştirerek mümkün olabilir.
Barışın inşası
Bugün Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, ayrışmayı derinleştiren kalıpları yıkmak ve ortak bir toplumsal bilinç geliştirmektir. Bunun yolu, sadece kendi düşünce dünyamızda sıkışıp kalmaktan değil, başkalarının dünyasına da adım atmaktan geçiyor. Medya diyetimizi çeşitlendirmek, farklı bölgeleri ziyaret etmek, farklı kimliklerle doğrudan temas kurmak, bizi daha bilinçli ve daha adil bir bakış açısına ulaştıracaktır.
Sonuç olarak!
Eğer Türkiye’de farklı siyasi ve etnik kimliklerden insanlar, birbirlerini anlatılanlardan değil, kendi gözlemleriyle tanımlamaya başlarsa, gerçek bir toplumsal barış ve kardeşlik inşa edilebilir. Ve belki de o zaman, bölünmüş ekranlardan değil, ortak bir gelecekten söz etmeye başlayabiliriz.