Bana göre hayatın içine gizlenmiş küçük sırlar var. O sırlardan bazılarını çözdüğün zaman insanlarla anlaşman daha da kolaylaşabiliyor. Bu sırlardan biri, bir insanı anlayabilmek için hayata onun baktığı pencereden bakmayı becerebilmek, kendini o insanın yerine koyup her şeyi onun gördüğü şekilde görebilmekle alakalı. Bu sır her zaman işe yaramasa da çoğu zaman aynı fikirde olmasan da karşındaki insanı kırmanı engelleyebiliyor.

Ben bu sırra hayatımda yer vermeye çalışıyorum. Mesela, 'Yazılarında hep ölümlerden, olumsuz şeylerden bahsediyorsun. Bu ülkede hiç mi güzel şeyler olmuyor, hükümetin yaptığı hiç mi iyi bir şey yok? Neden hep iktidarı eleştiriyorsun' diyen dostların sözlerine kulak veriyor, hayata onların baktığı pencereden bakmaya çalışıyorum.
Neden? diye soruyorum. Neden, tüm bu ölümler, çocuk tacizleri, haksızlıklar onları rahatsız etmiyor? Neden bazı şeyleri ısrarla görmek istemiyorlar? Ne yapsam onların erdiği sırra eremiyorum. Birilerine koşulsuz biat edip, yaşananlara sessiz kalamıyorum. Onların baktığı pencere çok dar geliyor boğuluyorum. 

Soruları yalnız bize soran, sadece bizi eleştiren, yanlışı hep kendileri dışında arayan muhterem dostların sözleri bana, Sabahattin Ali'nin 1946 yılında yazdığı, Sırça Köşk adlı kitabında yer alan 'Bahtiyar Köpek' adlı öyküyü hatırlattı. Bu öyküyü yazdıktan iki yıl sonra (68 yıl önce böyle bir ilkbahar günü) 2 Nisan 1948'de Istıranca Ormanları'nda sırtından vurularak kalleşçe öldürülen değerli yazarımız Sabahattin Ali, kendisine, bugün tıpkı bizlere olduğu gibi; 'Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin? Yazacak iyi bir şey yok mu?' diye soran yufka yürekli dostlarına öyküde şöyle sesleniyor...

"Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. 'Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?' diyorlar. 'Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan çocuklardan; bir karış toprak, bir bakraç su için birbirini öldürenlerden; cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan... Başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen bahtiyar insan yok mu?"

Dostlarının sitemine karşılık yazarımız şöyle devam ediyor; 'Hiç olmaz olur mu? Sade güler yüzlü bahtiyar insanlar değil, bahtiyar köpekler bile var. Ben de karar verdim bu sefer açlıktan, ızdıraptan, nefretten değil... rahattan, tokluktan sevgiden bahsedeceğim...' Ve başlıyor, uşaklar tarafından gezdirilen, üzerine titrenen bahtiyar bir köpeğin hikâyesini anlatmaya. Uzun uzun köpeğin mutlu yaşamından bahseden Sabahattin Ali, öyküyü şu şekilde bitiriyor; 'Ah, ben hayvanları çok severim. Bütün canlı mahlûkları, hayatı, güzelliği, saadeti severim. Bahtiyar bir köpek bile benim içimi sevinçle dolduruyor. Ben karanlık şeylerden bahsetmek için dünyaya gelmemişim. İçim tatlı, sıcak, neşeli şeyler anlatmak isteğiyle yanıyor. Hele cümle âlem bu köpeğin onda biri kadar rahata kavuşsun, bakın ben bir daha acı şeylerden söz açar mıyım?

Ne denir ki, bazı şeyler hiç değişmiyor bu ülkede. Bizlere 'neden hep kötü şeylerden bahsediyorsunuz' diye soran dostlara üstad cevabı taa 70 yıl önce vermiş. Üzerine fazla bir şey söylemeye de lüzum yok. Yalnız şunu yapabiliriz; ne zaman ki her gün şehit haberleri ile uyanmayız, ne zaman ki küçük çocuklar öğretmenleri, aileleri, çevresi tarafından tecavüze uğramaz, ne zaman ki insanlar ölüm korkusu yaşamadan huzurla sokağa çıkmaya başlar. İşte o zaman söz, biz de güzel şeylerden bahsetmeye başlayacağız, hatta kötü şeylerin sözünü dahi açmayacağız, söz...