'Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya' diyordu, kimseler duymadı sesini, söylenmemiş sözlerini de alıp gitti bir sonbahar sabahı bu umutsuz kalabalıktan öteye.
"Her şey birikir /Sözler düşünceler ve nesneler biçiminde /Her şey birikir" demişti. Kocaman bir cevap ve kocaman bir soru bırakarak gitti o 'ince kız'*, bir yer sızladı yandı içimizde büsbütün, ellerimiz üşüdü.

Hep haklıydı aslında, kimselerin vakti yoktu, olmadı bu 'göğe bakma durağı'nda durup ince şeyleri anlamaya. Umudun karşısına dikildiler her zaman, inceliklerle değil kabalık, şiddet, duyarsızlıklarla büyüttüler dünün ve bugünün çocuklarını bu topraklarda. İncelik yoktu, hala da yok. Dilimizde biriken hep aynı kaba sözler. Dişlerimizin arasında ezilen, eskimiş bu sözler kendimizden başka bir yere götürmüyor bizleri, götürmeyecek. Hep yeniden yeniden yaratıyoruz eski kendimizi. 
Yeni şeyler söylemek için yeni sözlere ihtiyacımız var oysa; söylenmemiş, ezber edilmemiş, umudu çağıran sözlere. Bizi tek tipleştiren, bilincimizi yeniden istediği gibi şekillendirmeye imkan veren bu kirli dilden bu söylemden bir an önce kurtulmalıyız. Durup yaşamın içindeki o ince şeyleri de anlayabileceğimiz, ayrı yerlere değil, aynı yere birikmemize imkan veren farklı bir dil yeni bir söylem oluşturmamız gerek.

Yoksulluğu, öfkeyi, umutsuzluğu çoğaltarak değil, umudu, iyiliği, aşkı, sağduyuyu çoğaltarak büyümeliyiz biriktiğimiz yerde. Öyle bir büyümeliyiz ki çocuklarımız büyüyüp de on yedisine geldiği zaman babaları onlara; acılar, yokluklar, bitmeyen işsizlikler, açlıklar, baskılar işkenceler, kelepçeler gözaltılar, zindanlar, idamlar almasın...
Yaşarken duymadık sesini hiç değilse bugünden sonra kulak vermeliyiz inceliklerin şairine. Onun gibi bakmalıyız hayata, öyle büyümeliyiz. İncelik beklemeden incelik gösteren, düşünen, anlayan, anlaşan, soran insanlar olarak, yıkmadan kimseyi ve kendimizi, bir olarak büyümeliyiz. Hor görmeden kimseyi, daha güzel yarınları hep birlikte inşa etmeliyiz.
Bugünden tezi yok yepyeni bir dil ile seslenmeliyiz. Çünkü inceliklerimizi yitiriyoruz. Her sonbahar öncekinden daha da kötü geliyor, en güzel yapraklarımızı döküyor. Yürüdüğümüz yola, konuştuğumuz insanlara, söylediğimiz sözlere yabancılaşıyoruz. Ama hala geç kalmış değiliz yaşama, vakit var durup ince şeyleri anlamaya... 'Bir gün birileri öte geçelerden ıslık çalar yanıt veririz'

*Gülten Akın