Aramızdan hain ellerle koparılan güzel insanların ardından hâlâ yanıyor yürekler, sanki dün gibi... Yurdun her yanında aydınlıklarına tutunmuş insanlarca yanık tutuluyor meşale. Ulusal kanallar vermese de yurdumuzun tüm illeri, ilçeler, hatta semtlerde anma toplantıları yapıldı. Yerel basın, hâlâ gazetecilik yapma çabasında. Çok zor koşullar altında varlıklarını sürdürürken, mesleğin de hakkını verip, onurunu koruyanlara minnettarız.

Her geçen yıl içimizdeki acı katlanır, yoklukları içimizi yakarken, 2010 yılında yazdığım, bir yazı ilişti gözüme ve bugün daha farklı düşünmediğim için yeniden yazmak yerine paylaşmak istedim. Yine aynı başlıkla:

"Katlinin 17. yılında yurdun her yanında Uğur Mumcu adına düzenlenen toplantılarda "adalet ve demokrasi" için söyleşili, şiirli toplantılarla ışıklar yakılıyor. Kimlerin katlettiği sorusu ise hâlâ yanıtsız. Yıllar içinde salonlar dolusu ağıtlar sürerken; Mumcu ve diğer demokrasi şehitleri için yürekler yitirildikleri günden bu yana artan bir acı ile dağlanıyor. Türkiye unutmuyor, dün gibi anımsıyorken; hepsinin uğrunda ölümü göze alıp savunduğu değerler nasıl oluyor da savruluyor, ülkenin demokrasi ile arası her geçen gün biraz daha fazla açılıyor, adalet duygumuz, hukuka güven, inanç ve saygımız kemiriliyor diye sormamız gerekmiyor mu?

Faili meçhul cinayetlerin kabarık dosyasındaki gizlerin aydınlığa çıkarılmasını, suçluların bulunup adalete teslim edilmesini beklerken; suçunun ne olduğunu hâlâ bilemediğimiz aydınlarımız ve cesur kalemlerin tutukluluk hallerinin gölgesi altında kaldık hepimiz. Sorgulamalarımızın düzeyini yükseltip, adalet ve hukuk için somut adımlar atılması beklentimize odaklanmamız gerekirken; lüks otellerde ağırlanıp, peşinde düşen gazeteci ordusu ile ününe ün katan (!) Abdi İpekçi'nin katilinin görüntüleri ile şoklanıyoruz. Cinayetin nedenlerinin peşinden koşmak yerine, katilin peşinde koşarak, nedenler ve niçinlerden uzaklaştırılıyoruz!..

Türkiye'de aydınlara yönelik kıyım sürüyor. Duygusallık zemini güçlü bir sahiplenme görüntüsü içinde toplaşmalar artarken; akıl ve bilgiye dayalı sorgulama zeminimizi giderek zayıflatıyoruz. Öyle ki; sahiplenemez oluşumuzu görmeyecek kadar duygu körlüğü içine sürükleniyoruz.

Türkiye'nin kokru dehlizininkaranlıklarına sürüklenişinin yolunun ülkenin aydın kesimine uzanan ellerle açıldığına bakınca; tek tek cesur kişilerin bedel ödemeye devam edeceğini de görebilrisiniz. Tüm kurum ve kişiler üzerine düşen görevleri tam yapmadı/yapmıyor.

Uğur Mumcu yaşasaydı; "Susturuldun ey halkım!.." diye seslenecekti.

Her yıl anma günlerinde yakılan mumların titrek ışığında büyük yüreklerin ideallerinin titreyişi var. Ülke uğruna canından olmuş aydınların adlarını onlara layık şekilde yaşatmak; onların ideallerine sahip çıkmayı gerektirmez mi? Laik, demokratik, hukuk devletinden yana olan, insanca, hakça bir düzenden yana olan herkesin üzerine düşen en önemli görev; önce ülkedeki dağınıklığı toparlamak değil miydi? Herkesin tek tek kendi beklentilerinin dışına çıkıp, ülke için özveride bulunma zamanı hâlâ gelmedi mi? Toparlanmak yerine hâlâ dağılmaktaysa siyaset; bu dağılışı herkesin önce kenisinden okuması gerekmez mi? Ülke yangın yerine dönmüşken, eline kova alıp su atmak yerine, birilerinin eline en güzel kovayı vermesini bekliyorsa birileri; hâlâ kendisi için bir yer talebi ile bakıyorsa siyasete, pazarlık varsa hâlâ ortada ve hâlâ farkında değilsek, her birimizin nerede durduğundan çok, her birimizin kurumları ne kadar sahiplendiğimizin önemli olduğunun, yitirdiğimiz canlarımızın ideallerinin hâlâ çok uzağındayız demektir. Elini taşın altına koymak günü bugünler değilse, hangi günlerdir?

Sözüm laik düzenin zemininin kaydığının farkında olan, kurumların ve değerlerin çürütülüşüne daha fazla seyirci kalma lüksümüzün kalmadığının ayırtında olan, birliktelik zeminlerimizin güçlendirilmesinden yana olan herkese. Vatan söz konusu iken üzerine düşeni yapmak yerine, hâlâ birilerini suçlama kolaycılığına saparak, o kişilere had bildirmeyi seçenlere; enerjisini bir kişiyi azaltmaya harcayanlara bakınca; Atatürk'ü anlamayanların, O'nu sahiplenen aydınlarımızı anlamalarının daha zor olduğunu görebiliyorum.

"Vatan söz konusu ise gerisi teferruattır" sözünü yineleyenlerin içini doldurması gerektiği bir süreçteyiz. Teferruatlara fazlası ile takıldığımız için ayrışma zeminimiz güçlendi. Kırgın, küskün, dargın, içerlemiş, öfkeli, haksızlığa uğramış her kim olursak, kendimiz adına ya da yakın bulduklarımız adına tüm alınganlıkları bırakıp, tek çatı altında birleşerek ülkenin yolunu açmak zorundayız. Aydınlarımızı anmak yetmez. Onların demokrasi özlemlerini yaşama geçirmek için önce demokrasinin tıkanıklığını açmamız gerekiyor.

Ülkesini, milletini seviyor olmanın bedelini canları ile ödemiş olan aydınlarımızın tek tek ödedikleri bedel, toplumca ödediğimiz/ödettirilecek bedellerin frenleyicisi olmuştur. Bugün bu yüzden ulusal değerleri savunan aydınlarımız frenlenmeye çalışılmaktadır. Giden canlar adına yüklendiğimiz duyguları değil, onların akıllarını, bilgilerini, özlemlerini sahiplenmeliyiz.

Demokrasi şehitlerimizin ve bugün demokrasi için mücadele verip bedel ödeyen herkesin aydınlığının ışığını sonsuz kılmak adına herkese düşen onlar kadar cesur, korkusuz, yürekli olup; akıl ve bilgide birleşerek ülkenin yolunu açmaktır. Kendimizin ötesine yürümeli; daha fazla geç olmadan birliktelik için hepimiz elimizden geleni yapmalıyız!.."

On yıl önce yazdıklarıma eklenecek fazla bir şey yok. Ulusça aydınlığa ulaşma çabalarından vazgeçmeyenlere şükranlarımızı eklemek isterim. Ulusal birliktelik zeminlerimize yeni dinamitler ekleyenlere takılmadan, "Unutmayacağız, unutturmayacağız" diye söz verenlerin sözünün arkasında duruşundan umutlanarak!..

Bu yazı unutmayan unutturmayanlara gitsin!..