“İnsanlar yavaş, yavaş, güvenmemeyi, sevmemeyi, kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların tecrübe dedikleri şey budur. Kalbiyle bağlantısını kesmiş insana tecrübeli denir” Sigmund Freud

İki binli yılları sevemedim. Dur, durağı yok artan şiddettin. Kadına yönelik şiddet ise had safhada! Dozu arttıkça şekli de vahşileşti. Sanki olumsuz geçmişlerinin intikamını alır gibi öldürüyor erkekler kadınları. Kalpsiz beynin işi bu! Kalp bile sahibini terk edip, inzivaya çekilmiş olacak ki, kalpsiz kalan beyin bu denli canavarlaşabiliyor demek ki Tutkusunun tutsağı olmuş, iradesini kullanamaz hale gelmiş, saplandığı olumsuz amacın peşinden giden insanlar gibi. Tutsaklık söz konusu olunca tutkunun kişiliği geliştiren, olgunlaştıran özelliklerinin kaybolduğunu, kişiye, çevreye, topluma olumsuz etkileri olan, hatta zarar veren davranışların ortaya çıktığını belirtir ruh bilimciler. 

Yıl 2008, “Kalpsiz beyinler” başlığı ile yazmıştım gazetem Haber Ekspres’te. Kalp ve beyin arasında ki, iletişimsizliğin olumsuz yansımalarına değinirken kalp kazanmanın değerini bir hikâye ile desteklemiştim. Hikâye şöyle: “Londra Kraliyet Akademisi’nde, Dokuzuncu yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt’a ait bir tablo sergilenir. Bir bahçeyi tasvir eden Kainat Işığı adlı tabloda gece elinde bir fenerle bahçede duran, serbest kalan eliyle bir kapıya vururken içeriden yanıt bekler gibi görünen filozof tipli bir adam vardır. Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni “Güzel bir tablo ama anlamını bir türlü kavrayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapı kolu unutulmuş” diye yakınır. Hunt gülümseyerek yanıt verir “Adam alelade bir kapıya vurmuyor. Bu kapı insan kalbini simgeliyor. İçeriden açıldığı için dışarıdan kola ihtiyacı yoktur”. 

Kalp kazanmak böyle bir şey! Sevgi ister. Sevgi de emek ister. Ancak kapısını açacak raddeye gelmiş ise kalp, sevgiden çok güven ister. Sevginin temelinde güven vardır. İnsan güvendiği kişiyi sever. Güvenmek de zaman ister. Olaylarla tanınır insan. Olaylar karşısında ki duruş, yani davranış ve tutumu ele verir gerçek kişiliğini. Reddedildiğinde ki tavrı da önemlidir, hatta belki de en önemlisi. Aile ortamında edinilecek deneyimler bunlar. Çocuk ailenin ne söylediğine değil, ne yaptığına bakarak büyür. Hatta aile temelli travmaların insan ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri doğumdan önce başladığı belirtilir. Gebelik sürecinde yaşananlar kadın kadar çocuk için de önemli. Aile kendine çeki, düzen verip, profesyonel destek alır ise ne ala, ancak almaz ise kâbus olur o ortamda yetişen çocuk yarın kendine, ailesine ve topluma. Birinci basamak, yani toplum sağlığı hizmetleri bu nedenler ile de önemli. Yerinde ve zamanında teşhis edilen aile içi sorunlara yönelik girişimler ile önlenir şiddet. Ancak artık ekipte psikolog ve sosyal hizmet uzmanına da yer vermek koşulu ile tabii.

“İstanbul Sözleşmesi hem yaşatır, hem de onurlu bir hayat vadeder” denmekte ise boşa değil. Hane içi şiddet, yalnız kadınları değil, aynı zamanda çocukları da olumsuz yönde etkileyerek, ruh ve beden sağlıklarına zarar vermekte, kişiliklerini örselemekte çünkü. Yapılan bilimsel araştırmalar, şiddet gören, hatta şiddete tanıklık eden çocukların yaşam boyu sorun yaşayabileceklerini ortaya koymakta. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddeti önleme ve mücadele etmede en etkili hukuki teminatlardan biri. Ancak ayrıca çocuğun sağlıklı gelişeceği şiddetsiz hane ortamının sağlanmasında da kritik öneme sahip. Tüm bu nedenler ile İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen bu sözleşmenin (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) iptal edilmemesi gerekiyor. Aksi halde, yarının travmalı çocuklarını bugünden yetiştirmeye başladığımızın bilincinde olmalıyız hepimiz. Şiddet, şiddeti doğurur çünkü. 

Bir hikaye ile başladım, yine bir hikaye ile bitirmek isterim köşe yazımı. Hikaye şöyle:
“Baba oğluna söz vermiş, hafta sonu sinemaya götürecektir. Ancak canı hiç dışarıya çıkmak istemediği için bir bahane bulmaya çalışırken gözüne gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası ilişir. Haritayı küçük parçalara ayırdıktan sonra oğluna dönüp “Bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim” der.  En iyi coğrafya profesörünün bile haritayı akşama kadar düzeltemeyeceğini düşünerek rahatlar. Aradan on dakika geçmiştir ki oğlu yanına koşarak gelir “Haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz” der. Baba, hayretle bunu nasıl yaptığını sorup, görmek istediğinde çocuk haritayı göstererek “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı, insanı düzelttiğimde dünya kendiliğinden düzeldi' der. 

“Herkes doğru insanı bulmak ister, yanılmamak için. Oysa kimse uğraşmaz, doğru insan olmak için” Sigmund Freud 

Kurban Bayramımız kutlu olsun. 

Prof. Dr. Melek Gülsün ÖZENTÜRK