İnsanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne süren öğretiye ırkçılık deniyor. Irkçı biri, karşısındaki insanı değerlendirirken onun iyi, dürüst bir insan olması ile ilgilenmez, o insanı daha çok ırkına ve ulusuna göre tanımlar. Kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayar ve siyasal tutumunu da buna dayandırma eğilimindedir.
Bilim adamları da dahil olmak üzere, birçok aydın ırkçı yaklaşımı desteklemek için bilimsel olmayan dayanaklar ortaya attı. 19. yüzyılda yaşamış İngiliz asıllı, siyaset felsefecisi Houston Chamberlain gibi düşünürler Avrupa kültüründeki 'ari' unsurun ırksal ve kültürel üstünlüğünü savundu. Öyle ki bu düşünürlerin Adolf Hitler kuşağı üzerinde önemli bir etkisi de oldu. Hitler ari ırkı yaratmak için binlerce Yahudi'yi gaz odalarına gönderirken milyonlarca insan bu katliama sessiz kaldı, hatta destekledi. Çünkü toplumlar Chamberlain gibi düşünürler aracılığı ile yaşanacaklara önceden hazırlanmıştı. Söz konusu düşünürler tarafından yapılan araştırmalar ari ırka vurgu yapıyor, çarpıtılmış araştırma sonuçları diğer ırkların 'ari' ırkın geleceğini tehdit ettiği, bu ırkın özelliğini bozduğu yönündeki propaganda çalışmalarına dayanak oluşturuyordu.

O günden bugüne çok şey değişti. Bilim insanları bugün, üstüne basa basa, 'İnsanlarda ırk diye bir şey yok. Bir insan grubunu diğerinden ayıracak kadar genetik varyasyon yok. Saf ırk yok. Üstün ırk yok' diyor. Politikacılar ise ırkçı söylemlere karşı bir dil kullanmaya gayret ediyor. Ama ne yazık ki yüzlerce yıl toplumların hafızasına ince ince işlenen ırkçılık kavramı öyle kolay silinmiyor. Teknolojide, bilimde çok yol kat ettik. Ama insanlık konusunda yürüdüğümüz yol maalesef bir arpa boyunu geçmez.
Eskisi gibi açık açık olmasa da bugün yeni bir ırkçılık söylemi var. Bu söylemle insanlar eskiden olduğu gibi ırksal yani biyolojik özellikleriyle değil; kültürel veya farklı nitelikleri nedeniyle aşağılanıyor ve ayrıştırılıyor. Diğer bir deyişle, ırkçılık bugün kültürel farklılıklar söylemi ile sürdürülüyor ve bu ayrılıkları daha da keskinleştiriyor.
Bilimde, teknolojide çok büyük başarılar elde ettik demiştim. Hatta önceki hafta yine bu köşede robot teknolojisinin geldiği son nokta ve geliştirilen yapay zekâ yazılımları ile ilgili bilgiler aktarmıştım. Evet, yapay zekâ yazılımları ürettik, Mars'a, dahası yıldızlara bile uzay aracı gönderir hale geldik. Ama gelin görün ki ırkçılıktan kurtulamadık.
Oysa ürettiğimiz yapay zekâya dostluğu öğretebilirdik. Bizim bir türlü sahip çıkamadığımız, değerini kavrayamadığımız sevgiyi, yardımlaşmayı, paylaşımcılığı, dayanışmayı, kısacası insanı insan yapan değerleri öğretebilirdik...

Olmadı, olmuyor, olmayacak gibi. Çünkü dokunduğumuz her şey kirleniyor, bozuluyor, bize benziyor.
Evet, bugünkü ırkçılık, Hitler dönemindeki gibi kaba bir ırkçılık değil. Ama söylem olarak sinsi bir yumuşaklığa bürünmüş durumda ve toplumsal hafızamızın çok derinine kök salmış olarak var olmaya devam ediyor.
Nasıl diyeceksiniz? Cumhuriyet'ten Hakan Kara'nın 09 Ekim tarihli 'Yapay zekâya ırkçılık bulaştırdık' başlıklı köşe yazısında ırkçılığın toplumsal hafızamızın ne kadar derinine işlediği ile ilgili ilginç örnekler var. Sorunun cevabı da bu örneklerde saklı.
Kara'nın aktardığı ilk örnek Microsoft'un geliştirdiği yapay zekâ yazılımı 'Tay' ile ilgili. 'Tay' internette insanlarla sohbet etmesi için geliştirilmiş bir yapay zekâ yazılımı. Yazılım, tıpkı bir çocuk gibi insanlarla sohbet ettikçe yeni şeyler öğreniyor. Genç bir kız gibi konuşuyor. Güne 'İnsanlar çok cool' diyerek başlayan Tay, 24 saat gibi kısa bir süre içinde inanılmaz bir değişim yaşıyor... Tay, insanlarla sohbet ettikten sonra 'Hitler haklıydı. Yahudilerden nefret ediyorum' demeye başlıyor. Irkçılar sadece 24 saatte cahil yapay zekâyı yoldan çıkarıyor. Microsoft bunun üzerine Tay projesini hemen durduruyor.

Kara'nın aktardığı ikinci örnek yönetmenliğini Stanley Kubrick'in yaptığı ve Anthony Burgess'in aynı adlı yapıtından uyarlanan 1971 yapımı 'Otomatik Portakal' filmini akla getiriyor. Örnek şu şekilde; Pulitzer ödüllü Pro Publica'nın haberine göre Amerika'da bazı eyaletlerde suçluların 'gelecekte yeniden suç işleme olasılığı'nı hesaplayan yazılımlar kullanılıyor. Bu yazılımların belirlediği 'skorlar' mahkemelere de iletiliyor. Öyle ki yargılanan bazı kişiler, eğer 'gelecekte suç işleme olasılıkları' yüksekse, daha ağır cezalara çarptırılabiliyor. Irkçılık dedik ya, Pro Publica bu yazılımlardan birinin siyahilere yönelik değerlendirmelerde ayrımcılık yaptığını ortaya çıkarıyor. Meğerse yazılım siyahilerin suç işleme oranını beyazlara göre çok daha yüksek hesaplıyormuş.
Üçüncü örnek ise bir güzellik yarışmasından, yarışmada jüri olarak bir yapay zekâ yazılımı kullanılıyor. Yazılımın adı, Beauty.ai. Yapay zekâ yazılımına, yüz ülkeden gönderilen 6 bin 'özçekim' arasından en güzel kişileri seçme görevi veriliyor. O da 44 kişiyi seçiyor. Buraya kadar her şey normal gibi görünüyor değil mi? Ama değil.
Bizim yapay zekânın seçtiği güzellerin büyük çoğunluğu beyaz tenli. 44 kişiden sadece altısı Uzakdoğulu ve sadece biri Afrikalı. Sonradan anlaşılıyor ki 'uzmanlar', yapay zekâya güzelliği, derin öğrenme yöntemiyle öğretirken ağırlıklı olarak beyaz tenli kişilerin fotoğraflarını göstermişler.

Hakan Kara, 'Ayrımcı, ırkçı eğilimlere ilişkin örnekler artıyor. Yapay zekâyla uğraştıkça kendi kendimizle yüzleşiyoruz. Hem de en kötü yanlarımızla' diyor.
Kötü yanlarımızla karşılaşmamız hiç şaşırtıcı değil. Çünkü karanlık içimize işlemiş. Yapay zekâ yazılımı da üretsek, Ay'a, yıldızlara da gitsek bu kirli kafayla kendi karanlığımızdan kurtulmamız mümkün değil. Demem o ki; havuzun suçu yok aslında, havuza gelen su kirli...