Bu yılın neredeyse dörtte birini “evde kalarak” geçirdik. Birçoğumuzun evi, barındığı, dinlendiği, kendine baktığı ve ailesiyle bir araya geldiği mekân olmanın çok ötesine geçerek, ofisi, çocuğunun okulu veya eşinin işyeri haline de geldi. Günün her saati, aynı evi paylaştıklarımızla bir arada geçirilirken yaşanan zorunlu köşe kapmaca, mekân-bir arada olma-kişisel alan ilişkilerini düşündürüyor.

Özellikle yaratıcı işlerle uğraşanlar için odaklanabilecekleri ve kendilerini kaptırabilecekleri kişisel alanlara sahip olmak büyük önem taşır. Virginia Woolf da söylemişti, kurmaca yazacaksa, bir kadının parası ve kendine ait bir odası olması gerekir.

Nisan ayında, bizler yine evlerimizdeyken, Frida Kahlo’nun doğup büyüdüğü, eşi Diego Rivera ile birkaç yıl yaşadığı ve ondan ayrıldıktan sonra, yaşamının son 13 yılını geçirdiği aile evi La Casa Azul (Mavi Ev), sanal ziyarete açıldı. Kahlo’nun çalışmalarının yanı sıra kendi sanat koleksiyonu, Meksika halk sanatı eserleri, geleneksel Meksika mutfak eşyaları ve kişisel eşyalar gibi unsurlar barındıran bu müze ev, sanatçının dünyasına girmek isteyenlerin büyük ilgisini çekti.

Ressam Kahlo, Meksika Coyoacán’daki bu ikonik evden başka bir mavi evde daha yaşamış ve çalışmıştı. San Ángel’de, özellikle duvar resimleriyle ünlenen ressam Diego Rivera ile paylaştıkları yerleşkedeki mavi ev onun, kırmızı ev ise Rivera’nındı.

Yerleşke, Rivera’nın arkadaşı, ünlü ressam ve mimar Juan O’Gorman tarafından, çifte özel olarak tasarlanmıştı. Evin, içinde yaşanan bir makine olduğunu savunan, 20. Yüzyılın en önemli mimarlarından Le Corbusier’nin öğrencisi olan O’Gorman, bu evde öğretmeninin işlevsel mimari ilkelerini uygulamıştı.

Tutkulu ve iniş-çıkışlı bir ilişkileri olan iki sanatçının “yaşama makinelerini” oluşturan alanda, birbirinden bağımsız, büyük pencereli iki sade ve basit beton blok, dar bir köprüyle çatılarındaki teraslardan birbirine bağlanır. Kırmızı yapı Rivera’yı, mavi yapı Kahlo’yu temsil eder. İki bloğu birleştiren köprü ise, sanatçıların arasındaki aşk bağını simgeler.

İki farklı ve güçlü karaktere kendilerine ait birer alan sağlarken diledikleri zaman bir araya gelmelerine imkân veren, Frida filminde (2002) de gördüğümüz bu yerleşke, sadece işlevsel değil aynı zamanda şiirsel. Birlikte olurken yalnızlığı, bağlanırken bağımsızlığı feda etmeme isteğinin getirdiği ikilem karşısında sunulmuş harika bir çözüm.

Çiftin 1934’te taşındığı bu yerleşkede Kahlo 1939’daki boşanmalarına kadar, Rivera ise hayatının sonuna kadar, yani 23 yıl yaşayıp çalışmış. “Museo Casa Estudio Diego Rivera y Frida Kahlo” (Diego Rivera ve Frida Kahlo ev-atölye müzesi), günümüzde fiziki ve sanal olarak ziyaret edilebiliyor*.

Rivera’nın yatak odası ve ofisini de barındıran kırmızı yapıda, eserlerinin yanı sıra tuval, kâğıt, fırça gibi resim malzemeleri, kişisel eşyaları, topladığı küçük arkeolojik buluntular; çiftin Kolomb öncesi sanat ve Meksika el sanatları koleksiyonundan parçalar, kâğıt hamurundan bebekler ve oyuncaklar görülebiliyor. Rivera burada yaklaşık 3.000 eser üretmiş.

Mavi evde ise mutfak, yemek odası, yatak odası, banyo ve ikinci katta Kahlo’nun atölyesi bulunuyormuş. Kahlo’nun, “İki Frida”, “Merhum Dimas” gibi iyi bilinen resimlerini yaptığı bu mekânda, yine orada ürettiği “Suyun Bana Verdiği” tablosunda görülen orijinal küvetin yanı sıra kişisel eşyalarını, fotoğraflarını ve bazı resimlerini görmek mümkün.

Yerleşkenin sınırları, kaktüslerin meydana getirdiği organik bir çitle belirlenmiş; bu sayede hem içeriden hem dışarıdan bütünlük hissi oluşturulmuş.

İki sanatçının yaşama ve çalışma alanı, o dönemde hem Meksikalı hem de dünyanın başka yerlerinden sanatçılar ile politik aktivistler için önemli bir buluşma yeri de olmuş.

*https://estudiodiegorivera.inba.gob.mx/