Seçime çok az kaldı. Seçim sonuçlarının nasıl kokacağını göreceğiz. İnşallah mis gibi olur. Ancak biz bugün başka bir kokulu konuya eğileceğiz. Konu o kadar önemli ki İngiltere'nin ağırbaşlı Guardian Gazetesi bile haber başlığında b.k kelimesini kullandı.
Konunun, yani dünya inek nüfusunun gaz çıkararak ve geğirerek atmosfere yaydığı metan gazının yarattığı problemin önemini aslında ben çok uzun süredir farkındayım. İnekler artık küresel ısınmaya en büyük katkıda bulunanlardan. Hatta ineklerin ürettiği metan gazı tüm dünya sera gazlarının yüzde 10'unu teşkil ediyor.
Küresel süt şirketi Danone'nin sponsorluğunda Afrika'daki küçük ölçekli büyükbaş hayvan çiftçilerine teknik yardım için girişimler başladı. Bu sorunu çözmek için ineklere daha kaliteli yem verilmesi ve böylece hem ineklerin ürettiği gazın azaltılması hem de ineklerin süt veriminin arttırılması düşünülüyor. Bu girişimin sonunda bir çiftçinin aynı miktarda sütü üretmek için daha az ineğe ihtiyacı olması hedefleniyor.    
Ancak araştırmalara göre yaklaşan daha da büyük bir sorun var. Eğer insanlar daha az et yemeğe başlamazlarsa, çözüm pek o kadar kolay olmayacak gibi. Dünya nüfusunun refahı arttıkça protein talebi ve et tüketimi artıyor ve nihayet sanayileşmiş inek çiftlikleri fazlalaşıyor... Ve malum, sonunda dışkı da artıyor.
Evet, inek dışkısının büyük sorun olduğu ortada. İnekler daha şimdiden yılda 3,5 milyar ton dışkı seviyesine ulaşmış durumda ve Nature (Doğa) Dergisi'nin yayınladığı bir rapora göre 2030'da bu rakam 4 milyar tonu bulacak.
Pekiyi bu konunun kötü koku dışındaki olumsuzlukları nelerdir?
Dışkı, havayı zararlı amonyak, nitröz oksit ve hidrojen sülfit gazları ile zehirliyor. Birden çok tıbbi çalışmanın sonuçlarına göre, endüstriyel bir çiftlik yakınında yaşayan birisinin kronik astım, solunum sorunları, bağışıklık baskılanması hatta duygudurum bozuklukları yaşama riski diğer insanlara göre çok daha fazla. Ve eğer dışkı gübre için güneşte kurutmak üzere açıkta bırakılıyorsa zararlı sera gazı metan salmaya devam ediyor. (Evet, bu insanların gaz çıkardıkları zaman salıverdikleri kimyasal gaz metan ile aynı ancak ineklerinki çok büyük boyutta.)
Problem burada bitmiyor. Her ne kadar yasal değilse de dünyanın birçok yerinde bu dışkılar nehirlere ve diğer suyollarına karışıyor ya da bulaşıyor. Bir nehirde bu kadar yüksek fosfor ve nitrat yoğunluğu hastalıkların yayılmasına ve vahşi doğayı zehirleyen zararlı yosunların fazlalaşmasına sebep oluyor. Yosunların salgıladıkları nörotoksinler belirli bir noktaya ulaşınca besin zincirine de girip, insan sağlığını tehdit edebiliyor.
Çin 2015 yılından beri kirletenlere ağır cezalar uygulamaya başlayarak atık tasfiyesi düzenlemelerinde Dünya'ya öncülük etse de artık geç. Tatlı su göllerinin yarıdan fazlası şimdiden kirlenmiş durumda. Balık türleri yok olmakta ve sular karanlık ve kirli görünümde...
Tabii ki su kirliliği yeni bir sorun değil. Türkiye de bu sorundan kendine düşen payı çoktan aldı. Ancak artık çözüm sadece çiftçiye 'Dışkıyı gübre olarak kullan! Nehirlere boşaltma!' demekle olmuyor... Dünya 2030 için hesaplanan 4 milyar ton b.ku ne yapacağını düşünmek ve daha iyi çözümler üretmek zorunda.
Aslında çözümler o kadar da uzakta değil. Türkiye'nin geçmişinde olduğu gibi birçok 3. Dünya ülkesi inek dışkısını hala yakıt olarak kullanıyor. Ve hatta salınan metanı modern ekipmanlarla depolamak ve enerji kaynağı olarak kullanmak mümkün. Enerji olarak kullanıldığında da atmosfere zararlı karbon dioksit gazı salınıyor ancak bunun küresel ısınmaya etkisi 80 kat daha az.
Tabii ki dışkı işleme üniteleri için çiftçinin yatırım yapması gerekli. Bu çevre dostu enerjiyi depolamak ve işlemek çiftçi için pahalı bir yöntem. Ayrıca sızıntı ya da çökme sorunlarına da açık. (İngiliz çiftçileri daha şimdiden bu depolama yatırımlarına para bulmaktansa atıklardan bir şekilde kurtulup para cezası ödemeyi daha hesaplı buluyor.)  
Tabii başka fikirler de var: Atıklardan mobilya, kâğıt hatta kumaş üretmek... Ancak bu kısa vadeli çözümlerin sonuca büyük etkisi olacağı düşünülmüyor.
Çevremizi tehdit eden bu gerçek sorunun üstesinden gelmek istiyorsak, devletlerin ayıracakları fonlarla, oldukça yüksek sistematik yaklaşımlarla çözüm arama gereği tümüyle apaçık.
Belki de insan nüfusu olarak daha az et yemeliyiz... Doktorlar da zaten bu konuda hemfikir.
Son yarım yüzyılda küresel et tüketimi çok hızlı bir biçimde, yaklaşık 5,5 kat arttı. Türkiye orta zenginlikte olduğu için orta derecede et tüketiyor. Zengin Batılılar yılda kişi başına en az 100 kilo et tüketirken Türk insanın tüketimi bunun üçte biri civarında. Fakir Afrikalı ise Batılının 10'da biri kadar et yiyebiliyor. Ancak o da zenginleşip yemek istiyor.
Yakın süre içerisinde zenginleşen ve nihayet düzenli olarak et yiyebilmek için cebinde para olan Çin'in hızla büyüyen orta sınıfına 'Daha az et ye!'yi nasıl anlatacaksınız?..
Etin süt tarafı da var. Süt ürünleri, yoğurt, peynir artık insanın vazgeçilmez sofra gerekleri. Bu nedenle de Dünya'da hem et hem de süt için çok çok fazla hayvan çiftçiliği, daha da önemlisi endüstriyel et ve süt hayvancılığı yapılıyor. (Şimdi b.kunu temizlemek ise bu kuşaklara düşüyor.)  
Oysa insanoğlunun sindirim sistemi süt içmeye ve süt ürünlerine başta uygun değilmiş. İneklerin ve genellikle hayvan sütlerinin içilmesi 7500 yıl önce Balkanlar'da yani yakın coğrafyamızda başlamış.
İnsan da başlamış gaz çıkarmaya... Yani gaz problemi sadece 7500 yıl önce başlamış. Zaman içerisinde insanın sindirim sistemi hayvan sütüne uyum sağlamış ve enzim dengeleri düzeldikçe gaz azalmış. (Laktoz intoleransı olanlar 7500 yıllık bir sorunun mirasçıları)
Bu kadar gaz ve b.k lafından sonra... Gerisini istediğiniz gibi tamamlayın.