İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in konuşmasının satırbaşları şöyle:

Rüzgar Gülü Projemizin pilot uygulamasını belediye başkanımız Okan Kocakaya kardeşim liderliğinde Demre ilçemizde başarılıyla gerçekleştirdik. Okan başkan ve ekibi, 10 farklı okulda 150 okul öncesi öğrencimize içeriği diyetisyenler tarafından belirlenmiş sağlıklı yemek kutularını ulaştırdı.

Bugün ilk adımını Demre'de başarıyla uyguladığımız Rüzgar Gülü Projemizi öncelikle Demre genelinde yaygınlaştıracağız. Seçime kadar da farklı belediyelerimizde hayata geçirmeyi planlıyoruz. İktidara geldiğimizde ise tüm Türkiye genelinde uygulayacağız. İYİ Parti iktidarında artık hiçbir öğrencimiz sağlıklı gıdaya erişim sorunu yaşamayacak. Emin olun az kaldı.

'AÇ KALAN YOK' TEPKİSİ

Ülkemizin uzun zamandır içinde bulunduğu kara komedi başroldeki bay krizin adeta oscarlık performansıyla geçtiğimiz haftada devam etti. Saraydan çıkamayan, marketi, çarşıyı, pazarı unutan, vatandaşlar iki kelam edemeyen sayın Erdoğan, 'Birileri aç kaldık diyor. Vicdansızlık yapma ne aç kalması. Aç kalan falan yok' dedi. Bu sözler bu ülkenin cumhurbaşkanına ait. En son geçinemeyen insanlarımıza şükürsüz demişti şimdi de vicdansız olunmuştu. Gerçekten ibretlik. Yoksulluğu bitirmek için gel, beş, on, on beş maaşlı danışmanlarla hayat sürdür. Allah aşkına biz başka ülkede mi yaşıyoruz?

Sarayda oturan milletin halinden anlamıyor. Artık ülkesinde yaşananları bile bilmiyor. Sayın Erdoğan ayıptır, günahtır. Böyle bir kibir olabilir mi? Reddettiğin açlığı ben sana anlatayım. TÜİK'in verilerine göre bile Nisan ayında gıda fiyatları bir önceki yıla göre yüzde 89 artı. Sen ve maaş manyağı yaptığın tapınak şövalyelerin hep bir ağızdan bütün dünyada enflasyon var diyeceksiniz.

Matematik, aynı Tarih ve ekonomi gibi senin pek kuvvetli olduğun bir alan değil. O nedenle bu sayıları daha rahat anlaman için başka bir şekilde anlatayım. Geçen sene nisan ayında bin liraya aldığımız gıda ürünlerini bu yıl bin 890 lira gerekiyor. 'Aç kaldık' diyene vicdansız diyorsun ya TÜRK-İŞ'e göre 4 kişilik bir hanenin sağlıklı beslenmesi için yapması gereken gıda harcaması geçen seneye göre yüzde 108 artmış. Geçen sene 2897 lira olan açlık sınırı bu sene 6 bin 18 lira olmuş. Övünmeye doyamadığın asgari ücret artışı bin 423 lira. Bu durumda kim vicdansızmış sayın Erdoğan?

Asgari ücret o kadar asgari kaldı ki tek başına insanca yaşaman için eline en az 7 bin 837 lira geçmesi gerekiyor. Bir bekar çalışan aylık yaşama maliyetini bile karşılayamıyor. Söyle bakalım Bay Kriz vicdansız kimmiş? Gördüğün rüyadan artık uyan. O saraydan artık çık sayın Erdoğan.

İNTERNET SİTELERİNE HABER YAPTIRMAK İSTEMİYORLAR

AK Parti iktidarının beceriksiz ellerinde Türkiye artık bir sorunlar yumağı haline geldi. Barınma, hayat pahalılığı, sığınmacı, adalet sorun. Bunların dışında onlarca farklı sorunumuz daha var. Nedense bu sorunların hiçbiri iktidarın gündemine giremiyor. İktidara göre en önemli sorun internette yayın yapan haber siteleri. Hiç utanmadan, zerre sıkılmadan Meclis'e 'sosyal medya kanun teklifi' getirdiler. Beğenmedikleri her şeyi suç haline getirmeye, ortadan kaldırmaya bayılan AK Parti iktidarı şimdiden sosyal medyanın ölüm fermanı sayılabilecek yeni bir kanun teklifiyle karşımıza çıktılar. Bu arkadaşlara artık yandaş medya kanalları yetmiyor. İnternet sitelerine de sipariş haber yaptırmak istiyorlar. Endişe, korku ya da panik yaratanlar... Memlekette endişe, korku ya da paniği kim tetikliyor? Camide içki içtiler diye yalan söyleyip milleti kışkırtan kimdi sayın Erdoğan? Bu yasaya göre önce kendini tutuklaman gerekiyor. Kabataş yalancılarını besleyip büyüten, onlara kol kanat geren kimdi? Bu durumda en azında Kabataş yalancılarını da tutuklaması gerekiyor. Hazır eli değmişken mesela terörist başının mektubunu çarşaf çarşaf yayınlayanlarını, kardeşiyle Kandil'de röportaj yaptıran TRT yöneticilerini de tutuklaması gerekiyor. Mesela İstanbul seçimlerinde hile var diyenleri de tutuklaması gerekiyor. Dizinin dibinde örgütçülük oynayan SADAT'çıları da tutuklaması gerekiyor. Saray'ın yandaş medyasında bir tane doğru haber yok. Sayın Erdoğan, eğer yalan haber yasaksa sabahtan akşama yalan söyleyen, iftira atan yandaş kanalları kapatacaksın.

Yıllardır milletimizi birbirine düşürerek kutuplaşmadan beslenen sen değil misin? Bu kanunu geriye doğru işletsen senin müebbet alman gerekiyor.

Ancak buradaki amaç çok başka. Bu kanunla ülkemizdeki sorunları dile getirenleri, ekonominin kötü gidişatına dikkat çekenleri, milletimizin gerçeklerini konuşanları, sığınmacıdan seçmen devşirme projesine karşı duranları susturmak istiyorlar. Milletin haber alma özgürlüğü yerine yandaşların yolsuzluk yapma özgürlüğünü korumak istiyorlar. Orada duracaksınız, çok şükür biz daha buradayız.

Yurttaşların hayat mücadelesi

Ülkemizin gerçeklerini gözler önüne sürmek, yaralarına merhem olmak için memleketimizi gezmeye devam ediyoruz. Geçtiğimiz hafta Kocaeli'ndeydik.

Esnafımız yine siftahsız. Mesela Darıca'da tesisatçılık yapan bir kardeşim, 'Çarkı döndürmeye çalışıyoruz. Her geçen gün bir öncekini aratıyor. Yüzde 25 karla çalışırken yüzde 5'e düştü.' diyor.

'Türkiye elbette uzaya gidecektir ama bugün milletimiz ihtiyacı seçimdir'

Bir de başımıza uzay macerası çıktı. Yeryüzündeki her şeyi hallettiler, bir de uzaya gideceklermiş. Eyvah. Uzayda maden ararlar mı? Acaba orman var mı? Ormanı yakarlar mı? Beşli çeteye arsa yaparlar mı? Eyvah, eyvah uzay yandı.

Aslında bu ülkemiz için hayırlı bir gelişme. AK Parti iktidarı gibi beceriksizliği adeta kurumsallaştırmış bir kadronun elinde uzay yolculuğunun nasıl olacağını varın siz düşünün. Mars'a gidelim derken Jüpiter'e inerlermiş. Ay'a gitmek yerine kara deliğe girerlermiş... Uzaya giden gitti zaten. Mesela döviz kuru, mesela enflasyon uzaya çıktı. Mesela gıda fiyatları uzaya çıktı. Hatta Mars'ı geçti Jüpiter'e varmak üzere. Siz onların peşinden astronot göndereceğinize seçim tarihini açıklayın da millet sizi uzaya mı, evinize mi nereye gönderiyor tüm gerçekliğiyle bir görün. Türkiye elbette uzaya gidecektir ama bugün milletimiz ihtiyacı seçimdir. İYİ Parti'nin beklediği şey seçimdir. Getirin sandığı bu ucube sistem gitsin. Getirin sandığı İYİ'lerin şafağı artık söksün.

Üretim araçlarının ve sistemlerinin gelişimi, yönetim anlayışlarını da etkiler. Bu etki; işletme yönetimi için de, devlet yönetimi için de geçerlidir. Mesela; Sanayi Devrimi’yle birlikte gelen üretim yöntemleri, sosyoekonomik gelişmeleri de beraberinde getirdi. Hızlı şehirleşme ile beraber, yeni tüketim alışkanlıkları ve toplumsal talepler oluştu. Bunun yansıması olarak da, yönetim sistemleri gelişti.

Mesela; 1920'li yıllarda, artan tüketici talebini karşılamak için, ürüne odaklanan, standart, tek tip, yüksek miktarlarda, seri üretime geçildi. Yani Fordist Sistem denilen, bant sistemine geçildi. Bu anlayışın, o dönemin şartları itibariyle, devlet yönetiminde de yansımaları oldu. Büyük Buhran’a ve 2’nci Dünya Savaşı’na giden sürece baktığımızda, bu yansımaları görebiliriz. Sonra ne oldu? İkinci Dünya Savaşı’ndan, 70’lere uzanan dönemde, hayatımıza toplam kalite yönetimi ve kalite çemberleri girdi. Nitelikli ve kaliteli üretimi sağlamak için; insan gücünden, en iyi şekilde yararlanmanın, ancak ve ancak, ihtiyaçların karşılanmasıyla mümkün olacağına odaklanan, yani, bireyin ihtiyaçlarını ön planda tutan, yeni bir üretim anlayışı gelişti. Toyotist Sistem ile birlikte; Uçtan uca herkesin fikrini söyleyebildiği, herkesin fikrinin önemsendiği, üretim çemberinde, herkesin yer aldığı bir anlayış, yani, bugün, yatay hiyerarşi adını verdiğimiz, yönetim anlayışı gelişti. Ve kaçınılmaz olarak, bunun da, devlet yönetimindeki yansımalarını gördük. Nitekim, Soğuk Savaş dönemine baktığımızda, bu yansımaları, Sovyetler’in yıkılışındaki kaçınılmazlıkta görebiliriz.

Yani zamanın ruhuna göre; Gelişen teknolojiler, değişen üretim sistemleri, ve oluşan yeni değer setleri, sadece üretim ve tüketim anlayışımızı değil, aynı zamanda yönetim anlayışımızı da değiştirmiştir. Buna ayak uyduran ülkeler hızla kalkınmış, refah toplumlarına dönüşmüştür. Değişimi ıskalayan ülkeler ise, kaçınılmaz bir biçimde, başarısız olmuşlardır. Asya Kaplanları’nın, 90’lardaki gelişimine bakarsanız, bunu görürsünüz. Eskinin demir perde ülkelerinin, dağılma sonrasındaki yolculuklarına bakarsanız, yine bunu görürsünüz. Peki bugün neredeyiz?

Fiber optik kablonun bulunuşuyla birlikte, hayatımıza giren iletişim kanallarının, gün geçtikçe geliştiği, sosyal medyanın, giderek önem kazandığı, Yapay zekanın, Büyük Veri’nin, Blokzincir’in konuşulduğu, büyük değişimlere gebe bir dönemdeyiz. 4’üncü Sanayi Devrimi’nin, hatta, ismini Elon Musk’ın Tesla’sından alan, “Teslizm’in” tartışıldığı, bir büyük, dönüşüm sürecindeyiz. Eskiden, üretimin odağı üründü, Sonra tüketicinin ihtiyaçları ve tercihleri de görünür oldu. Sonra markaların tüketicileriyle konuşması geldi, marka aidiyeti kavramı hayatımıza girdi. Şimdi ise, pazarlama 4.0 dünyasındayız.

Artık bu saydıklarımın yanında, tüketicilerin duygularının, kalplerinin ve değerlerinin de, denklemin bir parçası olduğu, insan merkezli yeni bir anlayış, iş dünyasına girdi. Artık markalar pazarlama stratejilerini; empati, cana yakınlık, duygusallık gibi özelliklerin yanında, sürdürülebilirlik, karbon ayak izi, cinsiyet eşitliği, toplumsal etki gibi değerleri de, şirket politikası olarak benimseyerek; müşterileriyle, insani bir zeminde etkileşime girmek üzerine kurguluyor. Ve artık üretim sistemleri, tek bir odaktan değil, birden fazla odağın oluşturduğu, bir paydaşlar ağı haline dönüşüyor. İşte tüm bu gelişmeler doğrultusunda, hayatımızda artık; Dijitalleşmenin ve 21’inci yüzyılın ruhunun tetiklediği, modern bir yönetim anlayışı var: Dağıtık Sistem’den bahsediyorum

Yani; Her bir bilginin, her bir parça yazılımın, diğer parçalarla bütünleşerek güçlendiği bir anlayış. Şeffaflığın, uyumluluğun ve iş birliğinin esas alındığı, Endüstri 4.0’ı hayatımıza sokan bir sistem. Yani bir anlamda, “Dijital Meşveret.” Bugün, Güney Kore’nin geldiği noktaya baktığımızda, Batı’nın Çin’le rekabet edebilmek için benimsediği, sürekli inovasyon stratejisine baktığımızda, Dağıtık Sistem’in izlerini görebiliriz. Peki sizce dağıtık sistemin; Devlet yönetiminde bir yansıması var mı? Elbette var. Müştereklerimizin ön plana çıktığı, Ayrıştığımız noktaların enerjiye, Farklılıklarımızın da, zenginliğe dönüştüğü bir sistem: Yani: Tam ve kamil bir demokrasi… İşte size, 99 yıl öncesinden, bugüne yansıyan, Atatürk’ümüzün eşsiz öngörüsünü, bir kez daha gözler önüne seren, geçen zamanda, kıymetini daha iyi anladığımız o büyük vizyon: Cumhuriyetimizin demokrasi vizyonu.

Hatırlayın, biz yıllarca, cumhuriyeti ve demokrasiyi; “İşçisin sen işçi kal. Köylüsün sen, köylü kal.” anlayışını ortadan kaldıran, sınıflar arası geçirgenliği sağlayan, milletimizin her bir ferdine, eşit haklar tanıyan bir sistem olarak, dinledik, öğrendik ve anlattık. Gerçekten de öyleydi.

'Akşener olarak sizlere seslenebilmemi sağlayan şey Cumhuriyetimizdi'

İzmit’in bir köyünde doğan Meral’i, Okutup büyüterek, üniversite hocası yapan, 40 yaşında, bu ülkenin, ilk kadın İçişleri Bakanı olmasını sağlayan, bugün de, Yüce Meclis’imizin çatısı altında, bu aziz kürsüden, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener olarak, sizlere seslenebilmemi sağlayan şey; Cumhuriyetimizdi. Cumhuriyetimizin yönetim anlayışında; Bir çocuk, köyde yaşasa, okusa, büyüse bile; Doktor, öğretmen, mühendis olma hayali kurabilirdi. Çünkü, bu hayali gerçekleştirmek için fırsatı vardı. Peki Cumhuriyet bunu nasıl sağladı? Kaliteli eğitimle, Sunduğu fırsat eşitliğiyle, Toplumsal adaletle, Sınıflar arası geçirgenlikle sağladı. Çünkü Cumhuriyetimizin yönetim anlayışına göre, Devlet; Her bir vatandaşına, eşit şekilde yaklaşmak, Eşit fırsatlar oluşturmak, Ve eşit koşullar sunmak zorundaydı. Size daha net bir örnek vereyim: Mesela, bir maraton düşünün. Bu maratona katılacak olan yarışmacıların; Aynı sıralarda, Aynı şartlarda, Ve aynı ayakkabılarla koşmasını sağlamak, devletin sorumluluğundaydı. Bu yarışın sonunda, herkes parkuru bitirebilirdi; ama kimin daha önce bitireceği, sadece yarışanların yeteneğiyle alakalıydı. Bakın, alakalıydı diyorum. Geçmiş zaman kipini kullanıyorum. Neden? Çünkü bugün, şartlarımız aynı değil. Bugün, cumhuriyetimizin, zamanının çok ilerisindeki yönetim anlayışından, Fırsat eşitliklerinden, Demokrasi ve devlet kültürümüzden, Oldukça uzaktayız… Bugünkü maratonda; Kiminin ayağında ayakkabısı yok, Kimisi de patenle yarışıyor. Kimi yarışa, parkurun başından, Kimisi de ortasından başlıyor. Kimi kan ter içerisinde, koşarak mücadele ediyor, Kimisi de, kılını bile kıpırdatmadan, Hatta parkura bile girmeden, yarışı kazanıyor. Artık bırakın köyde yaşayan bir çocuğu, büyükşehirlerde okuyan çocuklarımız bile, Doktor, mühendis, öğretmen olmayı hayal edemiyor. Tıp okuyor, Mühendis olmak için çalışıyor, Öğretmen olmak için çabalıyor, ama; Ya mesleğinin hakkı verilmiyor, Ya mesleğini yapamıyor, Ya da atanamıyor; Ve günübirlik işlerde çalışıp hayatta kalmaya çalışıyor. Peki biz bu hâle nasıl geldik? KPSS’den 92 puan alanı, eleyen, yerine de, 58 puan alanın, Ak Partili dayısı olduğu için atandığı, mülakat sistemiyle geldik. Bin bir emekle okuyan, okutulan gençlerimiz işsizken, Saraydaki danışmanlarına, 5-10-15 maaş birden bağlayan, vicdansız bir yönetimle geldik. Milletimiz başını sokacak evi, yiyecek ekmeği, giyinecek kıyafeti zor bulurken; Milletin ödediği vergileri, yandaşına yediren, Devletin kaynaklarını, peşkeş çeken, Sınırsız imkânlar sunduğu, 5’li çetesini beslemekle övünen, harami bir düzenle geldik.

Ez cümle; Biz bu hâle; Dünyadaki gelişmeleri inatla ıskalayan, Dağıtık sistemden feyz alacağına, 2017 yılında ancak Fordizmi keşfedebilen, vizyonsuz bir zihniyet yüzünden geldik. Cumhuriyetimizin değerlerini hiçe sayan, Devlet yönetimi anlayışını hakir gören, Kurumlarımızın içini boşaltan, Demokrasi kültürümüzü ayaklar altına alan, Adına da Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi denilen, Bu ucube sistem yüzünden geldik! Hatırlayın, bu ucube sisteme geçiş için, bahaneleri neydi? Ayaktaki prangalardan kurtulmak. Vesayeti sona erdirmek. Hızlı karar almak. Türkiye’yi şaha kaldırmak ve uçurmak. Şimdi soruyorum size; 2017 yılından bugüne baktığınızda, Türkiye’nin daha özgür olduğunu düşünen var mı? Kendisini daha hür hisseden var mı? Kendisini daha mutlu hisseden var mı? Kendisini daha huzurlu hisseden var mı? Milletten bihaber, saray talimatlarıyla yönetilen Türkiye’de; vesayetin sona erdiğine şahit olan var mı? Ekonomiden sağlığa, dış politikadan eğitime kadar, Tek bir kişinin keyfine göre alınan kararların, en küçük faydasını gören var mı? Kurumlarımızın, paramızın, hatta vatandaşlığımızın bile, değer kaybettiği bu sistemde, Her geçen gün, yeni bir krize uyanan Türkiye’nin, Hangi alanda şaha kalktığını, Nereye doğru uçtuğunu bilen var mı? Maalesef yok. Olamaz da. Çünkü; Zamanın ruhunu yakalamak yerine, 18’inci yüzyılın normlarına hapsolan bir sistemin; 21’inci yüzyıl dünyasında, Türkiye’yi hiçbir yere götürmesi mümkün değildir. Bu kadar basit.

6'lı masa toplantısı

Şimdi ben böyle söyleyince; Bay Kriz yine alınacak. Kızacak, köpürecek, kürsülerden bağıracak. Varsın olsun. Elinden geleni ardına koymasın. Daha önce de defalarca söyledim, şimdi tekrar söylüyorum. Bizim öznemiz; kişiler değil, sistemlerdir. Bizim meselemiz; şahıslarla değil, zihniyetlerledir. Bizim derdimiz; kavga çıkartmak değil, Milletimizin ve memleketimizin çıkarları için makulde buluşmaktır.

Bu yüzden; İlk günden beri, arkadaşlarımızla birlikte, bu ucube sistemin karşısında duruyoruz. Parlamenter sistemin eksikleri, hataları, engelleri yok muydu? Elbette vardı. Ama çözüm, 150 yıllık bir birikimi hiçe saymak, çöpe atmak değildi. Çözüm; Parlamenter Sistemi, günümüz şartlarına göre ıslah etmekti. 21’inci yüzyılın yönetim anlayışlarına, ayak uydurarak güncellemekti. Darbelerin, vesayetlerin, muhtıraların olmadığı bir parlamenter sistem inşa etmekti. Ancak onlar; Kurumsal hafızamızı yok etmeyi, Cumhuriyet değerlerimizi hiçe saymayı, Devlet geleneğimizi yıpratmayı seçtiler. Hürriyeti değil, istibdatı seçtiler. Koltuk sevdası uğruna, bilerek ve isteyerek, Türkiye’yi uçurumun kenarına getirdiler. İşte tam olarak bu sebeple, biz de 6 siyasi parti olarak; önce partilerimiz bünyesinde, sonrasında da, genel başkan yardımcılarımız aracılığıyla, birlikte çalıştık. “Koltuk İttifakı” ortaklarının aksine; Farklılıklarımıza saygı duyarak, Milletimizin ve memleketimizin ihtiyaçlarına odaklanarak, Makulün kaybolduğu bir ortamda, ortak aklı ve istişare kültürünü çalıştırarak, 28 Şubat 2022’de, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmamızı tamamlayıp, Genel Başkanlar olarak imzaladık. Geçtiğimiz Pazar günü de yeniden buluştuk. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’i, hayata geçirmek için, ilkelerimizi konuşup karara bağladık ve ülke gündemindeki gelişmeleri değerlendirdik. Bu vesileyle buradan, başta, ev sahipliği yapan Sayın Ahmet Davutoğlu olmak üzere, toplantıya katılan Sayın Genel Başkanlara, huzurunuzda bir kez daha, teşekkür etmek istiyorum. Allah bizleri milletimize karşı utandırmasın.

'Ben yönetim yerine biz yöneteceğiz'

Aziz milletim; Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; “Ben yönetirim” yerine, “biz yöneteceğiz” diyen, “Ben bilirim” yerine, “makulde buluşacağız” diyen, “Ben başaracağım” yerine “el ele başaracağız” diyen, “Ben kazanacağım” yerine “milletimiz kazanacak” diyen bir sistemdir. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; Tek adam sistemini ortadan kaldırıp, zamanın ruhuna uygun bir bakış açısıyla; Cumhurbaşkanı’nı; Fark gözetmeksizin, tüm insanlarımızı temsil edecek şekilde; herkesin garantörü bir Cumhurbaşkanı olarak konumlandıran bir sistemdir.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; Cumhuriyet değerlerimizin üzerine inşa edilen, Demokrasiyi içselleştiren, Hukukun üstün, yargının adil, Meclisin de, hem yetkili, hem de yetkili olduğu bir sistemdir. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; Bugüne kadar, içi boşaltılan her kurumu onaracak, Kurumsal devlet hafızasını yeniden canlandıracak, Her alanda liyakati esas alacak bir sistemdir. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; Atanmışın, seçilmiş karşısındaki üstünlüğüne son verecek, Milletin Evi olan Gazi Meclisimizi, yeniden yüceltecek, Millet iradesinin üzerindeki, her türlü vesayeti, ortadan kaldıracak bir sistemdir.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; Hukukun üstünlüğünü esas alacak, Yargının bağımsızlığını koruyacak, Cübbelere dikilen düğmeleri kopartıp atacak bir sistemdir. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; Dış politikamızı, bir kişinin sevgisine, nefretine, ve egosuna indirgeyen, sığ bakış açısından kurtaracak,

Ülkemizi; 23 trilyon dolarlık, ekonomik coğrafyamızla buluşturacak, sığınmacı sorununu da, tarihin tozlu raflarına kaldıracak bir sistemdir. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; Yandaş üretmeyen, Kaynak tüketmeyen, Merkez Bankası’na karışmayan, İşinin ehli kişiler tarafından yönetilen, Ekonomimize ihtiyacı olan güveni veren bir sistemdir. Ez cümle; Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; Türkiye’ye yakışacak, Büyük Türk Milleti’ne yaraşacak, Milletçe hak ettiğimiz, güçlü, zengin ve mutlu Türkiye’nin, kapısını açacak yegâne sistemdir. Hiç merak etmeyin, çok az kaldı!

Tarih özgürleşme yönünde akar. Tarihin akışına ters gidenler, akıntıda boğulmaya mahkûmdur. Nitekim, Ak Parti ve liyakatsiz kadroları, yapılacak ilk seçimle birlikte gidiyor. Bu artık bir tarih meselesi. Cümle alem biliyor ki; İYİ Parti her gün, güçlü adımlarla iktidara yürüyor. Allah’ın izni, milletimizin de teveccühüyle, bayrağı biz devralacağız. Ama rehavete kapılmak yok. Alacağımız büyük sorumluluğun bilinciyle, durmadan çalışmaya devam edeceğiz. Ve evelallah, ülkemizi, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi denilen, bu ucube sistemden, bu istibdat rejiminden, çekip kurtaracağız. Haksızlık yapmamak için adaleti, Haksızlıkları engellemek için eşitliği, Haksızlıkları dile getirmek için hürriyeti, Haksızlıkları gidermek için de, hakkaniyeti getireceğiz! Milliyetçi, Demokrat ve Kalkınmacı kimliğimizle; Türkiye’yi, hak ettiği gibi, 21’inci yüzyılın ruhuna taşıyacağız! Milletimizle el ele, kol kola verip; Liyakatle eşitlenen, Adaletle özgürleşen, Sevgiyle güçlenen, Ve mutlulukla konuşan Türkiye’yi, hep beraber inşa edeceğiz! Hazır olun, çok az kaldı!

Artık İYİ Parti iktidarından önceki, son düzlükteyiz. Her zamankinden daha çok çalışacağız. Çalmadık kapı, sıkmadık el, dinlemedik dert bırakmayacağız. Giderayak önümüze, duvarlar örecekler. Yıkıp geçeceğiz. Karşımıza, engeller dikecekler. Aşıp geçeceğiz. Yolumuza, tuzaklar dizecekler. Bozup geçeceğiz. Asla unutmayın., Biz İYİ Partiyiz! Biz onlara benzemeyiz. Biz bu yola, şahsi çıkarlarımız için çıkmadık. Makam için, mevki için, koltuklarımız için de çıkmadık. Şan için, şöhret için, para için, pul için de çıkmadık. Biz bu yola, aynı bizden önce nicelerinin çıktığı gibi, millet için, memleket için çıktık. Aynı 1908’deki gibi, Aynı 1919’daki gibi, Aynı 1946’daki gibi, Adalet için, hürriyet için, müsavat için, uhuvvet için çıktık. Bize durmak yok! Bize dinlenmek yok! Bize yorulmak yok! Parolamız vatan, işareti namus! Bizim için bu kutlu yoldan dönmek yok! Memleketin dört bir yanında, kalbi iyilik için çarpan, tüm cesur yüreklere selam olsun.