Arınç,  kamuoyunda "şike yasası" olarak anılan Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun ile ilgili yaşanan tartışmaları değerlendirdi. Düzenlemenin siyasette tartışma konusu olduğu günlerde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katılmayı arzu ettiği, ancak rahatsızlığı sebebiyle katılamadığı Endonezya'daki 4. Bali Forumu'na Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla katılmak üzere Endonezya'ya gittiğini ifade eden Arınç, forumda Endonezya'da cumhurbaşkanı başta olmak üzere bakanlarla görüşmeler yaptığını, bununla beraber 60 ülkeden foruma katılan ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarıyla görüşmelerde bulunduğunu kaydetti. Arınç, "Benim bulunmadığım süre içinde bir takım siyasiler, bir takım köşe yazarları benim burada olmayışımı belli bir maksada bağlamışlar. 'Olsaydı ne yapacaktı?', 'cesareti var mıydı?' 'gelsin cevap versin' gibi... Beni çok sevenler olduğu gibi, beni eleştirmek için fırsat kollayanlar da var. Düşüncelerimi şimdi açıklayacağım" dedi.

Muhalefet kanunu destekliyordu
 
Sporda şiddet ve düzensizlik konusunun sadece Türkiye'nin değil, bütün dünyanın sorunu olduğunu dile getiren Arınç, Mecliste 2010'da bu konuyla ilgili bir araştırma komisyonu kurulduğunu anımsatarak, şöyle konuştu: "Araştırma komisyonu, 'şu şu şu önlemler alınmalı' dedi. O zaman spordan sorumlu Devlet Bakanı arkadaşımız Faruk Nafiz Özak, konusu paydaşlarıyla değerlendirdi ve bir kanun hazırlandı. Mecliste 31 Mart 2011'de Mecliste bu kanun görüşülürken, birçok milletvekili 'ne iyi ettiniz de bu kanunu getirdiniz' diyorlar. CHP'den Tayfun İçli dışında CHP'li ve MHP'li arkadaşlar genelde olumlu ifadeler kullanıyorlar. Doğrusu ben çok fazla farkında değildim. Bir şey çıktı da herkes kendi işine bakıyor bizde. Bize bağlı olan kuruluşlarla ilgili bir kanun çıkarsa ben satır satır bilirim. Kabinedeki her arkadaş kendi alanıyla ilgili kanunları iyi bilir. Sadece şunu biliyorum; bu kanun sporda şiddet ve düzensizliği önlemek üzere önlemler içeriyor."

Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından başlayan uygulama sürecine değinen Arınç, şunları söyledi: "Ama uygulamalar sırasında gözler faltaşı gibi açılmış da olabilir. Çünkü birileri içeriye alındı; haklarında iddianameler tanzim edildi. 'Vay 100 seneyi geçen ceza süreleri isteniyor' denince veya bunun farkına varılınca 'bu kanun da çok fazlaymış kardeşim. Şunu bir eli yüzü düzgün hale getirelim kardeşim' diye bir çalışma olabilir. Bu kanun çıktı, ama hiç uygulanmadı. Tutuklamalar oldu, gözaltılar oldu vesaire, isim vermenin gereği yok."
Arınç, bu süreçte yaptığı açıklamaları şöyle özetledi: "Ben 3 Ekim'de bu konuyla ilgili ilk konuşmayı yapan kişiyim. Manisa'da il başkanlığında basın toplantısı yapıyorum. Hiç benim de aklımda yokken bir gazeteci soruyor, 'Bu kanunun değiştirilmesi düşünülüyor ne diyorsunuz?' diye. 'Şahsen olumlu bulmam. Çünkü bu kanun uygulanması için yapıldı. Etik bulmam' diyorum. Bunun üzerine gazeteler beni destekleyen teşvik eden sözler söylüyorlar. Daha sonra Başbakanımız da 'bu kanun daha yeni çıkarıldı, bu da nereden çıktı' dercesine birkaç cümlelik bir beyanda bulunuyor. Daha sonra aradan zaman geçiyor, bana 1 Aralık'ta bir yerde soruyorlar. Ben de 'uygulanmamış bir kanunun hemen değiştirilmesini etik bulmam. Çünkü bunun değiştirilmesini isteyenler 3 ay önce de alkışlıyorlardı. Biz oyuncak mıyız?' anlamına gelen bir şey söylüyorum. Ondan sonra 3 Aralık'ta Eskişehir'deyim. Cumhurbaşkanımızın veto ettiği söyleniyor ve benim kanaatimi soruyorlar. Ben de olumlu buluyorum; gerekçesine aynen katılıyorum. 'Bir daha Meclise geleceğini ve tekrar çıkacağını düşünmüyorum' diyorum."
 
Cezaları indiren değişiklik teklifinin 4 partinin ortak teklifi olarak Meclise sunulduğunu hatırlatan Arınç, şöyle devam etti:
"Tasarı olarak gelirse ben hükümet içinde konuşur; görüşlerimi ifade ederim" dedim. Tasarı olarak gelmedi. Gelmemesi de çok doğal, çok doğru, O zaman benim Ak Parti Grubu'nun bir üyesi olarak meseleye bakmam lazım. Şimdi burada bir ifrat var bir de tefrit var. İfrat en fazlası tefrit de en düşüğü anlamında Osmanlıca tabir. İki düzenlemeye baktığımızda birisinde ceza çok yukarılarda. Diğerinde de çok düşük. Doğrusu üzerinde durulmalıydı. Ama herkes kabullendi; alkışladı. Sonra bu çok fazla oldu diye bu sefer de en düşük ceza önerileriyle bu teklif geldi. Sayın Cumhurbaşkanımızın gerekçesi de orantısızlık. Suçun karşılığında verilen cezanın caydırıcı ve ölçülü olması lazım. O zaman Meclisin caydırıcı ve ölçülü olma prensiplerini yeniden göze alıp geri gönderildikten sonra yeni bir düzenlemeyle belki iade etmekti. Ancak siyasi karar bunun aynen iade edilmesi şeklinde oldu. Şimdi ben düşüncelerim itibarıyla baştan bu yana kendisine güvenilen, kendisine saygı duyulan veya kendim kendime saygı duyacaksam ben halen endişelerimi, düşüncelerimi muhafaza ediyorum. Neden muhafaza ediyorum? Madem ki o zaman alkışlarla kabul edilen bu kanun şimdi tu kaka ediliyorsa o zaman yeni baştan dikkate alıp şike şiddet ve diğer konularda hem caydırıcı unsurları dikkate almamız lazım hem de ceza adaleti bakımından ölçüyü dikkate almamız lazım."
 
 
Popülizm yapacak olsam, "oylama rakamlarına göre CHP ve MHP'li milletvekilleri kanuna karşı derim

Arınç, "Peki acaba bu süreçte ne oldu?" sorusu üzerine, şöyle konuştu:
"Sayın Bahçeli, ben Endonezya'ya hareket etmeden önce Sayın Cumhurbaşkanının veto etmesine tepki gösterip, 'Sonuna kadar arkasındayız' dedi. CHP'den de aynı tepki geldi. O zaman AK Parti Grup Başkanvekillerimiz Nurettin Canikli ve Sayın Elitaş konuşma yapıp, 'Biz aynen iade edilmesini istiyoruz' dediler. Şimdi Meclisteki oylama sonuçlarına bakınız. 'Sonuna kadar arkasındayız' diyen CHP'nin 135 milletvekilinden 10'da 1'i oy kullanmış. Popülizm yapan bir siyasetçi olsam 'CHP'nin 10'da 9'u bu kanuna karşı. O gün oy kullanmamışlar' diyebilirim. MHP'nin de 52 milletvekili var. Grup Başkanvekilleri bar bar bağırıyor: Sonuna kadar arkasındayız. Cumhurbaşkanına ders vereceğiz. Ama 52 kişiden 12-13 kişi oy kullanmış. Yani ben diyebilir miyim 10'da 7'si bu kanuna karşı diye. Ama AK Parti Grubu, Grup Başkanvekillerinin sözüne uygun parti olarak hareket etmişler ve 326'nın neredeyse 230'u gelmiş 'evet' oyu kullanmış."
 
 
 "Grup Başkanvekili Grup Başkanını temsil eder"
 
"Siz oylamada, burada olsaydınız?" sorusu üzerine Arınç, şunları kaydetti:
"Burada olsaydım ayrı bir konu. Onu da söylerim. Bunlardan kaçacak bir insan değilim. AK Parti içinde bu vardır. Bu bizim zenginliğimizdir. Bakın prensipleri ortaya koyalım. Bizim Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, hükümetin ve bakanlar kurulunun başıdır. Ayrıca AK Parti Grubu'nun da başkanıdır."
AK Parti kurulduğunda Erdoğan'ın milletvekili olmadığı için grup başkanı kendisinin olduğunu anımsatan Arınç, şunları söyledi:
"Çünkü ona göre bir seçim yaptık biz. Grubun başkanı olunca grup başkanvekilleri de vardır. Onun adına hareket eden insandır. Şimdi eğer tasarı olarak bakanlar kurulunda konuşulsaydı ben bu düşüncelerimi ifade ederdim, ama çoğunluk derse ki 'Bu kanun doğrudur'... Ona da imza atar kararnameyi de gönderirdik tasarı olarak. Grup Başkanvekili imza attıysa bir kanun teklifine, siyasi partiler disiplinli kuruluşlardır, o genel başkanımızı, grup başkanımızı temsilen imza atmış demektir. Dikkat ederseniz dört imza da partilerin grup başkanvekillerinden. O zaman AK Partili milletvekilleri şunu düşünecekler; bu grup başkanvekilinin imzasına sahip çıkmalıyız. Başka türlü hareket edemezler.
 Düşüncelerini ifade ederler, ama bu kanunun çıkması için de oy kullanırlar veya bir başka yöntemle bu kanunun çıkmasını engellemezler. Bu milletvekillinin bileceği bir iştir, ben bu süreç içinde yoktum. Olsaydım nasıl yapardım, bu Nasreddin Hoca'nın sözüne benzer biraz, ama yoktum. Bugün düşüncelerimi aynen ifade ediyorum."
 
 
"Kendimi affetmiyorum"
 
"Peki bu kanun neden çıktı? Benim bu süreç içerisinde bir tek yanlışım var; o da çok büyük bir yanlış, kendimi affedemiyorum" diyen Bülent Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bütün söylediklerimin arkasındayım, ama 5 dönemdir parlamentoda olan, 5 yıl Meclis Başkanlığı yapmış bir insan olarak benim, 'Bu kanunu bir daha getirmeye cesaret edemezler, bu Meclisten bu kanun çıkmaz' sözünü söylemem bağışlanmaz bir hatadır. Açık yüreklilikle söylüyorum. Türkiye'de yasama yetkisi Meclise aittir. Ben yıllarca Meclisin yasama yetkisini savunmuş bir insanım. Anayasa Mahkemesine karşı savundum, Sayın Sezer'e karşı savundum. Bırakın Meclis yasa yapsın, Anayasa Mahkemesi kararları bunu engelliyor. 411 oy ile Anayasa'nın 10 ve 48. maddeleri değişiyor, MHP ile işbirliği yapmışız, Anayasa Mahkemesi bunu, 411 oyu kabul etmiyor, şekilden bakacağı işe esastan bakıyor, iptal kararı veriyor. Ayağa kalkanlardan birisiyim 'Ne hakla Meclisin yasama yetkisine müdahale ediyorsun' diye. Şimdi kendim aynı şeyi yaptım. Onu düşünmedim tabii. Ben doğrudan bunun etik olmadığını, zamansız olduğunu, orantısız, ölçüsüz bir sistem getirdiğini düşündüğüm için, Cumhurbaşkanının da geri gönderme gerekçesini büyük bir sevinçle karşıladım. Zannettim ki bütün milletvekilleri parlamentoda, hatta özellikle muhalefet partileri 'Ne kadar iyi oldu, Cumhurbaşkanı bizi bu yükten kurtardı. Biz çıkarmıştık, ama geri döndü; bunun kapağını bir daha açmayalım' diye düşünürler zannetmiştim."

"İçinize sinmeyen bir şeye 'evet' demek çok çelişkili olmayacak mıydı?" sorusuna Arınç, "Bu, Mecliste olur" yanıtını verdi.
Meclisin yasama yetkisini farklı şekillerde kullanabileceğini dile getiren Arınç, şunları belirtti:
"Sosyal ihtiyaçlar sebebiyle kullanabilir. Siyasi ihtiyaçlar sebebiyle kullanabilir. Siyaseten böyle bir şey yapmaya ihtiyaç var diye düşünüldüğünde bunu MHP'ye de sormanız, CHP'ye de sormanız mümkündür. 'Siz niye buraya imza attınız? diye. Onların vereceği bir cevap vardır. O cevabın bir önü vardır, bir de arkası vardır. Ama yıllarca bunun içinde yaşamış bir insan olarak benim şunu bilmem gerekirdi ki, her sebeple bir yasama düzenlemesi yapılabilir. Bu mutlak değildir. Bir, Cumhurbaşkanı geri gönderebilir. İki, Anayasa Mahkemesine gidilir, Anayasa Mahkemesi iptal edebilir. Cumhurbaşkanı veya siyasi partiler Anayasa Mahkemesine gitmese bile siz bir vatandaş olarak bir mahkemeye gidersiniz, mahkeme bunu ciddi görürse o da Anayasa Mahkemesine gidebilir. Dolayısıyla bir check-balans sistemi var.
 Yasama yetkisini kullanırken Meclis, bunu dengeleyecek başka bir yargısal denetimi de içine koymuştur. Benim onu bilerek büyük bir heyecanla ve sevinçle onu söylememem gerekirdi. Yani 'cesaret edemezler' veya 'Bir daha bu Meclisten geçmez'. Neler görmüş bir insanım ben; keşke onu düşünebilseydim. 'Bu meclisten bu da çıkabilir' diye aklıma gelse, bu iddialı cümleyi kullanmasaydım."