Irak ziyaretinde, Başkan Bush'a ayakkabı fırlatarak Ortadoğu'nun tüm hıncını dünyaya anlatan gazeteciden, kendi ülkesinin toprağı kabul edilen elçilik binasında yok edilen gazeteciye... Dünyanın evrilişi, Ortadoğu halklarına direnişten çok, edilgenliği tembihliyorken, güvenliksizlik algısı da pekişmiş oluyor. "Güvende değilsiniz" mesajı çok yönlü bir akış içinde kavrıyor hepimizi.

           
Yanlış dış politikalarla mazlum coğrafyanın kaderine eklemlenen ve yurttaşların birliktelik tutkallarının eritilmesi ile reflekslerinin törpülendiği Türkiye; hem içinden hem de dışından güvensizlik algısının güçlendirildiği bir ülke artık. Siyaseten  güven duyulan kurumların, daha güvensiz birimlere yerini bıraktığı, tekçi yapı içinde oluşturulan kurulların, kurumların yerine ikame edildiği bir ortama, ekonomide yaşanan kriz eklenince, yeni bir güven(ce)sizlik alanı da ekonomide açılmış oldu.
          
Büyük fotoğraf giderek ürkütürken, küçük küçük karelerle toplumun dikkatleri tarihteki olay ve kişilere çekilerek, nokta atışları ile tahrif edilen tarih üzerinden son kalan muhalefet refleksleri test ediliyor. İsmet İnönü'nün  elindeki iki çubuklu bayraktan yalnız biri üzerinden başlatılan polemik bize bir şey kazandırmaz. Bunu hepimiz biliyoruz. Muhalefeti sürekli savunma modunda tutma gayretlerine, muhalefetin elinde tuttuğu tarihsel miras da eklendi. CHP bir de İş Bankası hisseleri ile banka yönetimine dahil ettiği kadroları ile suçlanmakta. Tamamen Hazineye devredilecek hisselerle, CHP, banka yönetiminin(denetiminin) dışına çıkarılmış olacak. Hazine kimin yönetiminde sorusu sorulunca, muhalefetin gölgesinin bile istenmediği anlaşılacaktır.
           
Tam da Batılı dostların (!) içinde bulunduğumuz coğrafyayı sıkıştırmak istediği makastayız. Hem siyaset hem de ekonomi açısından iki çok önemli unsur; denge ve denetim yok. Tekelci zihniyetin kapsama alanı genişletildikçe, yok edilen bu iki unsur, güvenliğimizin de vazgeçilmezi aslında.
           
Güvenlik kavramının sadece kolluk güçleri ile ilişkilendirilemeyeceği gerçeği ile de yüz yüzeyiz. Ve bir yüzleşme gerekirken, bundan sürekli kaçarak, ekonomide açılan büyük delikleri, önce McKinsey ile dıştan; sonra olmadı, yerli ve milli yüzde on indirim gibi  içten çözelim diyerek çözemeyeceğimizi bilmek için ekonomide uzman olmak gerekmiyor. Ancak çözüm gerçekten isteniyorsa; ekonominin başına ekonomi alanındaki bilgisine ve deneyimine güvenilecek bir ismin getirilmesi gerekiyor. Damat kontenjanından Hazinenin başına getirilen akraba için parti içinden kimse ses çıkaramaz. Eleştiremez. Parti dışından gelen seslere zaten kapalı bir sistem kuruldu.
             
Ekonominin sonuçlarından en fazla etkilenenlerin söz haklarının ellerinden alınıp, yüzde onluk indirim ile yükümlendirildikleri bir süreçten ekonomimiz güçlenerek çıkarsak, dünyada ilk örnek olacak!... Yanılmak dileğiyle sanki bizi sürekli bu tür deneme yanılmaların sürgit olacağı bir kronik kriz bekliyor diye düşünmeden edemiyorum. Daha açık deyişle, büyük ölçüde doların sorumlu tutulduğu ve içte belli kesimlere kemer sıkmayı tembihleyen teşhisin krizi çözmek yerine, kronik hale getirmesi olasılığını daha güçlü görüyorum. Elbette yanılmış olmayı dileyerek. Kısa vadede yapılması gerekenlerle ilgili direktifler var ancak uzun soluklu planlama, bütçeyi denkleştirme çabaları ön almış değil.
             
Yeni bir dünya kuruluyor. Yüzyıllarla biriktirilen insanca değerleri alt üst eden. Yönetim olgusu, yönetilenin hak ve özgürlükleri adına biriktirilenlere kör bir mesafede, bir şekilde iktidar olmuşların tekeline bırakılıyor adeta!.. "Kim layıktır?" sorusu yerini, "kim sadıktır?" sorusuna bırakınca, sadakat, liyakati kovuyor. Yerinizi belirleyen ederiniz değil, KHK'lerin tebliği ile geçilen kapalı toplum modelinde. Bir yere tırmanmak için özgürlüğü iktidara yakın durma ile sınırlandıranların kısa erimli çıkarlarının bedelini paylaşmak kalıyor suskunluğu seçenlerin çoğunluğunda, çeşitli tembih yöntemleri ile sorgulamasız itaate koşullandırılan kitlelere.
             
Ellerinde bir güvenlik sopası her yeri alt üst edenlerin totaliterliği yeniden inşası olarak anılacak gibi yirmi birinci yüzyılın başlangıç yılları. Kartları yeniden karıştırıp, oyunu kendi istedikleri gibi kuranların karşılarında hiçbir engel görmek istemediklerinin örneklerinin çoğaltıldığı bir süreç de denilebilir.
           
Gazeteci ile başlamıştık. Vahşice katledilmediyse bile, sığındığında kendisinin korunması gereken bir binada yoklara karıştı. "Hiç kimse güven(ce)de değil" mesajı bu kadar etkili verilebilirdi ancak. Yüzyıllar boyu peşinde koşulan özgürlük idealinin yerini korkuya bıraktığı sürecin fotoğrafı Türkiye toprakları üzerinde çekilmiş oldu.
            
Ekonominin gidişatı yerine, iki konuya kilitlendi Türkiye; biri gazetecinin yoklara karışması, diğeri tarihimize adını zaferlerle kazımış, milli duygularından zerrece kuşkumuz olmayan İsmet İnönü'nün Amerikancı olduğu tartışması. Ardından eklemlenen Atatürk'ün CHP'ye bıraktığı İş Bankası mirası... Tam bu satırları yazarken papaz duruşması devam ediyor. Bakalım, serbest kalıp evinin dışına çıkacak ve "papaz uçtu" olacak mı?
Epey bir süre bunu konuşacağız, uçsa da, uçmasa da!...
Domatesin fiyatı tırmanıyormuş. Ne gam!..
Yüzde on indi mi? Daha ne? Sofraları donatırız nasılsa (!)...
Papaz uçtu mu? Uçmadı mı? Uçtuysa neden? Uçmadıysa neden?
Haydi bakalım, tüm lafazanlar şimdi bu konuyu konuşun günlerce. Bakalım iktidarın hoşuna gidecek en güzel yorumu kim yapacak? Belki kurullardan birine girerim umudu ile asılın...
          
Daha sonra mı? Nasılsa tarihten bir yaprak bulur koyarız toplumun önüne, ne gösterilen fotoğrafa doğru dürüst bakan, ne de okuyan bir toplum kesiti oldukça, açıkça görünen fotoğraftan bile yeni bir sürü hikaye yazılır nasılsa!...
          
Ekonomi lügatımıza McKinsey'in eklendiği bir süreçte, bir zamanlar "milli" lakabı ile "şef" ilan edilerek tarihe geçirdiğimizin şimdi Amerikancı olup olmadığı konuşuluyor ya!... Ne süreç ama!...