İlk yazının üstünden çok geçti biliyorum. Ama seçimlerdi, ülkenin durumuydu , benim haletiruhiyemdi derken bi baktım epey zaman geçivermiş. Bu yazımda eski “tanıdık” birinden bahsetmek istiyorum. 

Ben lise yıllarımda bir konferansta tanıdım onu. Sorduğum ufacık bir sorudan birçok anlam çıkartıp bugün belki de birkaç kelime yazabileceğim ufuklar açtı bana. İlk hediyesi kitaptı. 

Sonra zaman geçti ve daha sık görüşür oldum. Cumhuriyet Mitingleri’nin ‘coşku vericisi’ kişiyi artık rahatça tanıdığımı söylüyordum.

İkinci hediyesi , Ergenekon Kumpası’ndaki acıları oldu. 

Küs kaldık,

Kavga ettik,

Ekmeğimizi bölüştük,

Hatta öğrenci evinin soğuk odalarında bile ağırladım onu,

Mücadele verdik,

Güzel günlerimiz de oldu,

Rakı da içtik, dertleştik.

Sevinçlerimizi birlikte kutladık.

Çok ama çooook tartıştık. 

Boynuz kulakla çatışıyordu desem yeri var bizim için.

Ne denli uzakta olsa da o hep tanıdığım ‘adam’ oldu. 

Sonra zaman geçti, yollar ayrıldı.

Ben, “Ne hayatlar ümidiyle zamansız yollara düşüyordum.”

Biliyordum, bir zamanlar kendisi de “zamansız yollara düşmüştü”. 

Sonra yıllardır onun elinde yetişmenin gururunu anlatırken ulu orta, o bir de onurlanılacak bir görev edindi kendine. 

Uyandım bir sabah, traşımı oldum, üstüme en temiz elbiselerimi giydim, aldım naçizane bir hediye ve gittim tebrik etmeye. 

Sonra anladım ki; geçen yıllar, yaşananlar, kavgalar ve omuz omuza mücadeleler boşa. 

O eski tanıdıktan eser yok şimdi. 

Koltuk dediğini parayla satın alırsın ama, karakterini kaybettin mi , Fizan’a gitsen trilyonla geri alamazsın.

Sıla’nın bir şarkısının sözüyle bitirecektim de çok sert demesinler. Sizlere Orhan Seyfi Orhon’un bir şiiriyle veda edelim bu yazı için. Nasılsa daha çoook dertleşeceğiz.

“Dostlarım, toplanın öldüğüm zaman;
Riyayı bir günlük bir yana atın!
Tutunuz tabutun kenarından;
Bir derin çukura beni fırlatın!

Kalınca büsbütün sizden uzakta,
Vücudum çürürken kara toprakta,
Uzanın rahatça sıcak yatakta,
Yaşamak gururu içinde yatın!

Yüz yüze getirmez bizi asırlar,
Meydana vurulsun saklanan sırlar,
Sayılsın şahsıma ait kusurlar,
Korkmayın, içine yalan da katın!

Anlayım: kimlermiş dost sandıklarım;
Muhabbetlerini kıskandıklarım.
Anlayım: ne boşmuş inandıklarım.
Şu yalan hayatı bana anlatın!

Dostlarım, anmayın artık adımı,
Siliniz gönülden eski yâdımı.
Kırınız sonuncu itimadımı:
Ölünce bir daha beni aldatın”