'Herkesin bir Feridesi vardır ben bilmez miyim /herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı /herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim /bir de kimsesizliği...' diyor Yılmaz Odabaşı Feride adlı şiirinde.
Önceki gün sosyal medyada, TRT'de yayınlanan Ömür Dediğin programına konuşan Mustafa dedenin ölen eşi 'Hatice'ye olan özlemini ve aşkını anlattığı konuşmasını(*) izlerken ilk bu mısralar geldi aklıma. Gözleri dolu dolu kaybettiği eşinin ardından 'Hatice dünyadan göçeli 1918 gün oldu bugün. Tabii nasıl da saymam, sayılmayacak bir hadise değil ki...' diyen Mustafa dedenin sesi kulağımda, 'Herkesin bir Feridesi, bir Haticesi olsa gerek' dedim. Eğer yoksa yaşam denilen bu yolda insan boşuna yürüyor. Mustafa dede bu yolda ağır adımlarla yürüyenlerden. Görerek, dokunarak, sevinci olduğu kadar acıyı da hakkını vererek yaşayan insanlardan. Onun hem kimsesi hem de kimsesizliği bir Hatice'si var.

Peki ya biz neresindeyiz bu yolun? Dikkat ettiniz mi daha düne kadar bizim için normal olan şeyler artık anormal hale gelmeye başladı. Evrende kapladığımız yer ayakkabılarımızın kapladığı alandan daha fazlası değil. Dünya aceleci ayaklarımızın altından kayıp gidiyor. Yaşamımız; kıyafetler, evler, arabalar, telefonlar tarafından kuşatılmış durumda. Bizim dediğimiz hiçbir şey tam olarak bize ait değil. Sözlerimiz özgünlüğünü çoktan yitirmiş. Savrulup gidiyor ömrümüz.

Kendilerini hayatın içinde sanıp aslında tamamen dışında olanlar, hayatın içinde olan ve onu gerçek anlamda yaşayan insanların söylediklerine kayıtsız kalamazlar. Samimiyetin, dostluğun, sadakatin, gerçek sevgilerin yok olmaya yüz tuttuğu şu zor günlerde Mustafa dedenin sözlerinin bizi bu denli etkilemesi de, onun sahip olduğu aşkı, sadakati, samimiyeti kaybetmiş olmamızdan kaynaklanıyor. Şehir hayatını, işini, evini bir çırpıda terkedip köye yerleşen insanların hikâyesini anlatan haberleri dikkatle okumamız da bu yüzden. 

İnsanlar çoğunlukla günlük hayata görünmez iplerle bağlıdırlar. Ama o ipler bazılarımızı hayata bağlarken bazılarımızı hayatın dışında tutuyor. Kendisini hayata sıkı sıkıya bağlayan o görünmez ipleri koparmak istemeyen Mustafa dede, 'Yeniden dalıma bülbüller gonsa/ açılsa gapımda ocağım yansa/ demlense çaylarım önüme gelse/ vallahi unutamam ben Hatcemi...' diyor.

Ömür dediğin ne ola ki, bir anıyı yaşatmakla, bir anıda yaşamak arasındaki o tarifsiz yol mu? Kim bilir. Murat Menteş'in dediği gibi, 'Biz bu çağın fiyakalı kaybedenleriyiz', insanları günlük hayata bağlayan o görünmez ipler bizi yaşamın dışında tutuyor. Yürümemiz gereken yolun epeyce uzağındayız. Ne ara uzaklaştık derseniz 'bu ara uzaklaştık' bu denli kendimizden? 
 
(*)Video için: https://www.youtube.com/watch?v=NPKL2hphCtE