Paralel evrenlerle ilgili bir teoriye göre yapmadığımız her seçim bizim algılayamadığımız bir boyutta kendini gerçekleştirmeye devam ediyor. Her seçim kendi sonuçlarını doğuruyor ve her sonuç yeni seçimler yaratıyor. Bilim insanları bu durumu uzun uzun anlatmaya çalışsa da biz kısaca kader deyip geçiyoruz. Hoş demesek de bir şey değişmiyor. Çünkü yaptığımız seçimlerin çoğunun sonucunu önceden kestirmemiz neredeyse imkânsız.

Geçtiğimiz günlerde Mustafa Kemal Atatürk'ün siroz hastalığını yendiği ve 97 yaşına kadar yaşadığı paralel evrendeki Türkiye'nin anlatıldığı 'Her şeyin güzel olduğu alternatif evrendeki Türkiye' başlıklı ütopik bir yazı okudum. Yazı 'Farklı bir evrende modern bir Türkiye var mıdır?' sorusunu soruyor ve böyle bir yer varsa, gündemdeki konuların neler olabileceği üzerine ilginç örnekler sunuyordu. Yazıyı bitirdiğimde keşke dedim, keşke yaşasaydı.

Eksik yaşanmış hayatların hüznü kolay silinmiyor çünkü yürekten. O hüznü önceki gün yine çok derinden hissettim. 2 Nisan 1948'de Istıranca ormanlarında sırtından vurularak öldürülen öğretmen, şair, yazar, fikir adamı Sabahattin Ali'nin katledilişinin üzerinden tam 69 yıl geçmiş. Okuduğum ütopik yazıda Atatürk'ün uzun yıllar yaşadığı modern gelişmiş bir Türkiye resmi çiziliyordu. Sabahattin Ali'nin sırtından vurulmadığı, daha uzun yıllar yaşadığı Sabahattin Ali'li bir Türkiye düşündüm. Keşke dedim, keşke yaşasaydı.

Bir şairin, yazarın bütün kitaplarını bitirmek de üzüntü verirmiş insana. Sabahattin Ali kitapları okumak bu yüzden hüzünlüdür biraz. Yazmadığı şiirleri, öyküleri, romanları düşünürsün. Eksik bir ömrün hüznü saklıdır onun kitaplarında. Gelecek güzel günlerin solan umudu saklıdır satırlar arasında. Yalnız kendisini değil tüm insanları düşünen, onlar için çırpınan duyarlı bir yüreğin sesini duyarsın. Yarım asır önce yazmıştır ama başını çevirsen şimdi bile görürsün anlattığı    
iyi-kötü insanları.
Görürsün yanında, sokağında, ekranlarda. İyi insanların sesi cılızdır bu ülkede, hayatları kısa, kötüler ise çirkin sesleri ile bağırır dururlar her köşe başında.

Her dönem vardır onlar. Onlar için şöyle diyordu Sabahattin Ali yıllar önce kaleme aldığı bir yazıda: 'Bugünkü itibarlı kişiler gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmak, han, apartıman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda, kendimiz için bir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Ne af edilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar, 'Görüyor musunuz şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor... Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?'

'Bir insana bir insan herhalde yeterdi' de Sabahattin Ali'siz dünyada bu soru bile bir ömür yeter insan olana...