Zamanla hayatın o kabul görmüş akışı içindeki yanlışları görmeye başlıyorsun. Doğrunun yerine yerleşen ve anlam olarak ondan daha keskin bir gerçekliğe sahip olan bu yanlışlar bir süre sonra gerçeği ortadan kaldırıyor. Küçücük şeyler bunlar, filiz veren tohumlar ne kadar küçük ise o kadar küçük!.. 

İnsanların düşünce iklimine atılan o küçük tohumlar filiz vermeye başladı bugün. Doğru ile yanlışı ayıran çizgiler çoktan silindi. Şimdi herkesin elinde bir tebeşir var, isteyen istediği gibi çiziyor kendi doğrusunun sınırlarını. Ortak bir doğru bulmak ve onda karar kılmak ise neredeyse imkânsız.

İnsan kaybettiği şeylerin farkına ne yazık ki onu kaybederken varamıyor. Bugün toplum olarak bazı değerlerimizi hızla kaybediyoruz ve kaybettiğimiz değerlerin birçoğunun ise henüz farkında bile değiliz. Küçücük çıkarlar için kendi gerçekliğimiz ile çelişir hale geldik. İnançlarımızı, insan onurumuzu hiçe sayıyoruz. Yanlışa yanlış olduğunu bildiğimiz halde bu yanlıştır diyemiyoruz. Neden mi? Çünkü kendimiz olmaktan uzaklaştık. Çünkü oğluna, eşine, kardeşine, yeğenine, eniştesine hatta hâlâ torununa torpil yapıp tüm bunlar ortaya çıktığında ise kendini, haramı, hak yemeyi 'yüzde 99'u Müslüman olan bu ülkede' ayetle savunan milletvekillerini savunduğumuz gün kaybettik en değerli yanımızı.

Savunduğumuz o vekil, KPSS sıralarında bekleyen binlerce insanın alınterini, emeğini hiçe sayıp akrabalarını devlet kadrolarına yerleştirdikten sonra dalga geçer gibi, "Şunu da söyleyeyim, biz inançlı insanlarız değil mi; cuma namazına gittiğimizde her hafta hutbede ne okunur? 'Akrabalarını koru kolla' der." diye açıklama yapabiliyorsa bu bizim suçumuz. 'O zaman sizin yaptığınız bu? Öyle mi oluyor?' sorusuna 'Vallahi sen Allah'ın ayetine bile karşı geliyorsan ben sana ne diyeyim' cevabını verebiliyorsa bu da bizim suçumuz. O da değilse, Allah'ın ayetine karşı geliyoruz demektir. Yine de suçluyuz!..

Yukarıdaki örnek, bu ülkede yaşanan benzer durumlardan sadece biri. Üstelik bu basına yansıyan, bir de bunun hiç ortaya çıkmayanları var. Yani torpil, kayırma vakaları o kadar çok ki say say bitmez. Benim cevap aradığım soru ise yüzde 99'u Müslüman olan bu ülkede torpille yani başka birinin hakkını gasp ederek belirli yerlere gelenler, nasıl razı oluyorlar bu duruma? İnanmak, inanana o inancın gereklerini yerine getirme sorumluluğu yüklemez mi? 'Mış gibi' yapma samimiyetsizliği de ne oluyor?

Sorular, sorular... Cevabını bir türlü bulamadığım sorular bunlar. Bir bumerang gibi her defasında geri dönen... Duyan, gören, inanan, birazcık olsun düşünen bir insan bir ömür nasıl yaşar böyle. Nasıl susar? Hakkın yanında saf tutup, haksızlığa nasıl göz yumar? Yalanı, haramdan sayıp, nasıl sarılır yalana? 

İnsan diyorum.

İnsan, nasıl dayanır kendine bunca uzaklığa?