Eskiden siyaset yelpazesi diye bir kavram vardı.  Muhafazakârdan devrimciye doğru, partiler birbirlerine göre durumlarıyla yerleştirilirdi. Meğer ne ferahlatıcı bir yelpazeymiş, yeni yeni anlıyoruz.

Bugün ne çok sayıda parti var, ne de birbirlerinden çok farklı değiller. Çünkü solda, yeni bir ideal, bir ülkü ya da proje yok. Ama daha da ilginci, üstelik sadece bizde de değil, muhafazakârlar gruplaşma eğilimindeler.
Eski yelpazede, laik ve özgürlükçü muhafazakârlar vardı. Şimdi yoklar, ve en büyük değişiklik bu. Şimdinin muhafazakârları sert, otoriter, dindar ve kendilerinden olmayanlara hoşgörüsüzler.

Türkiye’de deneyimlediğimiz demokrasiye geçiş sürecinde, muhafazakâr siyasetçiler, tıpkı sol tandanslı gruplar gibi, cumhuriyetimizin kuruluş prensibi olan çağdaş uygarlık seviyesine odaklılardı. Ve hiçbir zaman Atatürk’ün çizgisinden ve DP’nin son zamanları hariç, demokrasiden sapmadılar. Vizyonları batı perspektifliydi ve laiklik konusunda devlet politikasını sürdürdüler.

Elbette muhafazakârlığın içinde milliyetçilik de, daha dindar yaklaşımlar da vardı. Ama bunlar kültürel açıdan önemliydi, ne eğitimde, ne dış politikada, İslamcı da, doğucu da, Ortadoğucu da olmadılar.
Şu anda, muhafazakârlar, İslamcı bir çekirdeğin etrafında toplanmış durumda. AKP bunu hiç saklamıyor, zaten kurucularının siyasi kökeni de öyle. Ama konjonktür değişiyor, ve AKP ya değişecek, ya da küçülecek.
Burada en önemli grup, AKP içindeki küskünler. AKP kurulurken gereken finansman şimdiki cumhurbaşkanı tarafından sağlandı, ve eşitler arasında birinci durumuna o sayede geldi. Ama siyaseten ondan çok daha tecrübeli, devlet terbiyesi olan, özgül ağırlıkları daha yoğun birçok yol arkadaşı da vardı. Yavaş yavaş hepsi elimine edildi, ve bugün parti içerisinde rakipsiz.

Çevresindekilerin tümü nevzuhur AKP’liler. Medyadaki taraftarları da öyle. Başlangıçtaki AKP’den kadro olarak da, söylem olarak da eser kalmadı. Ve vizyonu, devlet tecrübesi, haydi daha açık olalım, iyi bir eğitimi olan bütün AKP’liler bu durumdan hoşnutsuz.
Aralarında çok farklı bir dayanışma hukuku olduğu için, bu hoşnutsuz grup, ortaya açıkça çıkamıyor. Davaya ihanet, dini bir günah sayılıyor. Ama yine de, hem tabanda, hem de işadamları nezdinde finansman güçleri devam ediyor.
İkinci grup eski laik sağ partilerin, artık yaşları ilerlemiş de olsa, kurt politikacıları. Bunlar AKP’nin İslamcılığa evrilmesinden rahatsız. Kulislerde sık sık toplandıklarını, değerlendirmelerini paylaştıkları duyuluyor. Yaşlarına rağmen, bunların da Anadolu’daki örgütlenmelerde hala karşılıkları var.
Üçüncü grup, laikliğe muhafazakâr kimliklerinden daha çok önem veren seçmenler. Bunlar eskiden merkez sağa oy verirken, şimdi gönülsüzce, AKP’ye, ya da MHP ve hatta CHP’ye oy veriyorlar.

Dördüncü grup MHP içindeki muhalifler. En organize, seçmenleriyle en yakın bağı olan bu grup. Aktif politikadalar, ve güven yitiren parti liderliğine de, iktidara da sağlam muhalefet yapıyorlar.
Son olarak, yukarıdaki gruplarla bağlı ya da bağımsız siyasi figürler var. İlhan Kesici, Demirel ailesinin damadı, Metin Feyzioğlu hem torun, hem bütün avukatların başkanı, Ümit Kocasakal biraz sert de olsa, siyasi hırslarıyla güçlü, Meral Akşener, eski merkez sağcı, ve toplumda büyük bir karşılığı var.
Son olarak, batıyla iş yapan büyük sermaye, faiz politikalarından yılmış olan sermaye piyasaları, baskıdan bunalan medya, ve uluslararası toplum da, aslında güçleri küçümsenmemesi gereken memnuniyetsizlerden.

Bütün bunları bir araya getirirsek, ve AKP içinde FETÖ şüphesiyle korkan aktif milletvekillerini de eklersek, aslında merkez sağda çok büyük bir boşluğu doldurabilecek yeni bir parti çok mümkün.
Yeni seçim yasalarına göre, ülke çapında kısa sürede bir örgütlenme mümkün değil. Bu yüzden örgütlü bir partiyi devralmak hem akıllıca, hem de daha ucuza mal olur. Sıfırdan örgütlenmede seçmen başına 50 dolara yükselen maliyetler var, yani 400-500 milyon dolara kadar yükselebilir, oysa örgütlü bir parti devralınırsa, seçmen başına 10-15 dolar maliyetle ülke çapında örgütlenerek, seçime katılma hakkı elde edebilirler.

Bu paralar Türkiye’de hep bulundu, yine bulunur. TÜSİAD var, Kayseri başta olmak üzere Anadolu sermayesi var, yurtdışındaki bıyıklı yabancılar var. Sorun liderlik meselesinde. Böyle bir durumda da, tıpkı AKP’de olduğu gibi, en çok parayı veren düdüğü çalacaktır.
Dört eğilimi birleştirme iddiasına rağmen tamamen merkez sağda yer alan ANAP gibi bir parti, %10’dan çok daha fazla bir oy oranına sahip olabilir. Ve laik muhafazakâr seçmen kitlesini bir çatı altında buluşturabilir. Ayrıca, başta AKP olmak üzere, birçok partiden kadro ve oy devşirerek, oy oranını çok yükseklere taşıma potansiyeli de vardır.
Selahattin Demirtaş’ın fark ettiği gibi, halkımız somurtkan ve çatık kaşlı siyasetçiler yerine, Özal, İnönü, Demirel, Cindoruk üslubunu aslında çok özledi. Kadın hakları, toplantı ve gösteri hakları, eğitimde laiklik, yaşam tarzları ve ekonomide gelişmeler vaat eden, gerçekten demokrat bir partinin büyük bir potansiyeli var. ANAP ve DYP’nin deniz kenarlarında, ve mesela İzmir’de ne çok seçim kazandığını da hatırlıyoruz.
Bu potansiyeli zaten herkes görüyordu. Ama, hem referandumdaki tek adam baskısı, hem dış politika ve ekonomideki tıkanma, artık dağları bekleyen korku duvarının aşılmasını sağladı.

Referandumdan önce kurulması ilginç bir sürpriz de olabilir, ama laik, demokrat ve muhafazakâr bir merkez sağ parti, bir sonraki ve büyük olasılıkla erken seçimlere muhakkak katılacaktır.