'Dünyamızla uyuşmak vardı
oyunda sonunu görmeden oynamak
sevinebilmek kazandığına
yitirdiğine yerinebilmek
düşünmiyebilmek yoruldukça düşünmekten
kamaştıkça örtebilmek gözlerini
düşlerde bile ışıktan sakınarak kendini
uyayabilmek vardı vaktinde rahat'


Böyle sesleniyor çok sevdiği eşi Rahşan'a, ona ithaf ettiği 'Yapamadığımız' adlı şiirinde. Yaptığı çok şey vardı onun ve yapamadığı birçok şey, her insanın olduğu gibi. Çünkü her ölüm erkendi, her ömür eksikti bittiğinde. Tam on yıl önce 5 Kasım'da kaybettik onu, şair kimliği pek bilinmeyen, daha çok siyasi kimliği ile tanıdığımız ülkemizin en mütevazı, en dürüst siyasetçilerden biriydi Bülent Ecevit.

Mavi gömleği, kasketi ile marka haline gelmişti, Bitlis sigarası ya da Meclis sigarası içer, yazı ve şiirlerini eniştesi İsmail Hakkı Okday'ın hediye ettiği Erika marka daktilosuyla yazardı. En dikkat çeken özelliklerinden biri, dürüst ve siyasetin kirine bulaşmamış temiz bir politikacı olmasıydı. Siyasette adını duyurmaya başladığı andan itibaren sade yaşantısı ve mütevazı kişiliğiyle ön plana çıkmıştı. CHP'liler seçim propagandalarında onun için 'Halkçı Ecevit' sloganını kullanıyordu. Halkçıydı da, ama halk onu başka bir isimle bağrına basacaktı; Karaoğlan...
Bu isim ilk defa Sivas'ın Yıldızeli İlçesi'nde bir kadın tarafından söylenmişti. Ecevit'in seçim çalışmaları için geldiği ilçede, elinde bastonuyla CHP seçim otobüsüne yaklaşan bir kadın, Ecevit'i kastederek gazetecilere 'Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan'ı görmek isterim' demişti. Bu söz önce Ecevit'e, ardından da parti genel merkezine ulaştı. Artık herkes ona 'Karaoğlan' diye sesleniyordu. 'Halkçı Ecevit' yakıştırması, şehirli seçmene anlamlı gelen bir sıfatken Karaoğlan, kırsal kesimde ve köylüler üzerinde etkiliydi. Dağlara, yollara 'Umudumuz Karaoğlan' yazıları yazılmıştı. Bu isim köylüler üzerinde 'Bizden biri' duygusu uyandırıyor ve halkla özdeşleşmeyi kolaylaştırıyordu. Bozulan düzene savaş açan, mazlumun dostu, zalimin ve kötünün düşmanı mitsel bir kahramanı çağrıştırıyordu.



O bir devlet adamı, politikacı, şair, ülkeye beş kez başbakanlık yapmış 'dürüst bir siyasetçi' her şeyden önce yüreği sevgi dolu bir insandı. Hep bir kır evinde yaşayıp şiir yazmak istemişti, 4 adet şiir kitabı yazdı. Hiçbir zaman gösterişi sevmedi, 'seçkin' olmadı, dengeli, ciddi, dürüst bir halk adamı ve uzlaşmacı bir siyasetçiydi. Belki herkes ona oy vermedi ama kimse de nefret etmedi.
'Ben giderim adım kalır dostlar beni hatırlasın' diyor ya Âşık Veysel, bazıları gitse de her zaman dostça hatırlanıyor. İşte, iki gün sonra 78 yıl olacak gideli, Mustafa Kemal Atatürk'ü kim unutturabilir bize, onu yitirmenin acısı gibi dost gülüşü de hâlâ ilk günkü gibi tazeyken içimizde. Ya onun izinden giden şair ruhlu 'Karaoğlan'ın temiz hatırasını, kim kötüleyebilir? Kimsenin gücü yetmez. Çünkü güzel geçtiler bu dünyadan, iyi anılar bıraktılar arkalarında, kalplere dokundular.

Bu günün hırsı, nefreti kendinden büyük siyasetçilerine bakınca minnetle ve özlemle anıyorum onları. Keşke yaşayanlar biraz olsun anlasalar o gidenleri. Çünkü, yaşayanlara mesajdır güzel yaşanmış hayatlar, derstir. Dön bak der kendine, ne kalacak senden geriye, nefret mi yoksa minnet mi?
İşte, insan önce buna karar vermeli. Çünkü ne kadar yaşarsan yaşa hep bir şeyler eksik kalacak. Saraylarda da yaşasan, bir kır evinde yaşayıp şiir yazmak düşü de kursan çaresiz geçip gideceksin bu dünyadan. Sonra anılardır evin, ışığını senin seçtiğin...