Geçtiğimiz günlerde New York'ta düzenlenen 'Dünya Kadınları Konferansı'nda 'Türkiye'nin Korkusuz Kadınları' başlıklı panelde konuşan CHP Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke, akıcı İngilizcesi ile ülkemizin içinde bulunduğu durumu özetleyen açıklamalarda bulundu. Kadınlara yönelik tehdit edici tutumun politik söylemlerle başlayıp toplumun tabanına yayıldığını belirten Böke, ülkemizde aile içi ilişkilere kadar her alanda kendini hissettiren toplumsal ayrışmanın ise hükümetin benimsediği İslami radikal görüşlerden kaynaklandığını belirtti.
Sayın Böke'ye hak vermemek elde değil. Çünkü kelimenin tam anlamıyla vasatlığa mahkûm edildik. Siyasi dilimize olduğu kadar toplumsal dilimize de sığ, aşağılayıcı, kaba bir dil hâkim. Ülkeyi yönetenler mevcut sorunların çözümü noktasında sağduyulu ve uzlaştırıcı bir dil kullanmak yerine çatışmacı bir tutum benimseyerek toplumsal ayrışmanın daha keskin bir hal almasının önünü açıyorlar.
Dillerinden birlik ve beraberlik söylemlerini düşürmeseler de gerçek anlamda durum tamamen farklı. Sorunları çözmek yerine o sorunlardan siyasi çıkar elde etmenin peşindeler. Varlık sebepleri olarak gördükleri toplumsal ayrışmayı canlı tutmak için hemen her yolu mübah sayıyorlar. Bu konuda da oldukça başarılılar.

Peki bunu nasıl başarıyorlar? Bu sorunun cevabı için gelin vasatlığa mahkûm edilen toplumsal yaşantımıza Karl Marks'ın, 'Yaşamı belirleyen bilinç değil ama bilinci belirleyen yaşamdır' sözü çerçevesinden bakalım. İnsan birçok özelliğini dışarıdan almaktadır. Bu konuda Marks, kaynağın çevre olduğunu ve bilincin dışa bağımlı olduğunu ileri sürmektedir. Bilgi -biz buna kültürlenme de diyebiliriz- dışarıdan gelir ve aynen bir plak gibi bilincimizin üzerine işlenir.

Bilinç üzerine işlenen bu bilgiler çoğu zaman önemli yanılgılara da yol açabiliyor. Çünkü bu bilgiler birilerinin amacına hizmet eden içeriklere sahip olabiliyor. Yani yine Karl Marks ve Fr. Engels'in Komünist Manifesto'da belirttikleri; 'Üretim araçlarına sahip olanlar düşünce üretim araçlarına da sahip olurlar' noktasına geliyoruz.
Her gün gözünüzü kırpmadan izlediğiniz haber programlarını bugün biraz daha dikkatli izleyin. Size neyin iyi, neyin kötü olduğunu, nasıl bir birey olmanız gerektiğini salık verdiklerini göreceksiniz. 'Bana bir şey öğretmiyor ben kendi kararlarımı veriyorum' diyebilirsiniz ama konu bu kadar basit değil. Plak örneğinde olduğu gibi çevremizde olup bitenlerin, söylenen sözlerin çoğu bilincinizin üzerine işleniyor. Düşünce üretim araçlarına, yani medyaya, kürsülere, koltuklara sahip olanlar; TV ve gazeteler sayesinde her gün evimizin içine kadar giren kişilerin sarf ettikleri her söz, takındıkları her tavır zamanla tek tek bireyleri ve bütün toplumu etkilemeye başlıyor.

Bu etkilenmeyi çok açık şekilde görmeye başladık. Tıpkı aşağıdaki şu örnekte olduğu gibi; Yeni yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de ailelerin yüzde sekseni çocuklarının, kendilerinden farklı bir partiye oy veren ailelerin çocukları ile oyun oynamasını istemiyor. Düşünün, çocuklarınızın kiminle oynayacağına ailelerinin kime oy verdiğine bakarak karar veriyorsunuz! 
Bu bir toplumsal sorun mu? Evet, hem de çok büyük bir sorun. Ama bu sorun sadece dipten gelen bir sorun değil tepeden inme, bilincimizi kirleten söylemlerin toplumsal yaşama yansımasından kaynaklanan büyük bir sorun. Siz istediğiniz kadar bu ülkeyi böldürtmeyeceğiz deyin, istediğiniz kadar birlik ve beraberlikten bahsedin ülke çoktan bölünmüş durumda. Çünkü ülkeler sadece fiziksel sınırlar ile bölünmez, bir ülkeyi düşünce olarak, inanç olarak da bölebilirsiniz ki bunu da başardılar.

Birlik ve beraberlikten dem vuruyorlar, ama birlik ve beraberliğin sözlerle değil sağduyu ve samimiyet ile sağlanabileceği gerçeğini göz ardı ediyorlar. Maalesef siyasetçilerin seviyesiz, ayrıştıran, kirli dili toplumu zehirledi. Bu zehirli dil bütün toplumu etkisi altına aldı. Sonuç olarak bütün bireyler çevrelerinde olup bitenlere siyasetin buğulu gözlüklerinin ardından bakıyor. Aile ilişkilerini, sosyal yaşamlarını bu kirli gözlük ardından gördüklerine göre düzenliyorlar. Ve gariptir kimse, gözlüğünün kirli olduğu gerçeğini görmek istemiyor.