Yönetmen koltuğunda 1981 Fas doğumlu Mona Achache’nin oturduğu MurielBurbery’nin 'Kirpinin Zarafeti' kitabından uyarlanan film, kitap okumayı sevmeyenler için acil bir yardım gibi. Çok büyük bir zevkle okuduğum kitabın filmini de kitap kadar sevdim.

Film, Fransız roman yazarı ve felsefe profesörü MurielBurbery’nin ‘Kirpinin Zarafeti’ isimli romanından uyarlanmış. Kitabın içeriği kısaca şöyle: Paris’in merkezinde, gösterişli bir apartmanda, müzik, resim ve felsefe meraklısı, Rus edebiyatı ve Japon sineması tutkunu elli dört yaşında bir kapıcı kadın. Son derece zeki ve üstün yetenekli ama içe dönük ve yaş gününde intihar etmeyi planlayan on iki yaşında bir kız çocuğu. Utangaç bu iki özel insanı birleştiren bağ, binaya yeni taşınan kibar Japon beyefendisi olacaktır. Sessiz insanların zengin iç dünyalarında gelişen, göze çarpmayan güzellikleri yücelten, sınıflar ve nesiller ötesi bir dostluğu konu edinir.

 “Benim adım Paloma. Yaşım 11. Paris’te Emmanuel Sokak, 2 numarada lüks bir dairede yaşıyorum. Annem babam zengin, ailem zengin, dolayısıyla ablam ve ben de zenginiz. Ama buna rağmen, bütün bu şans ve zenginliğe rağmen uzun zamandır farkındayım ki gittiğim yolun sonu bir akvaryum. Öyle bir dünya ki, bütün yetişkinler, araba camına çarpan sinekler gibi. Ama bir şeyden eminim: Bu akvaryum, bana göre değil. Kararımı verdim. Bu senemi de doldurduğumda, 12. yaş günümde, 16 Haziran’da, tam 165 gün sonra, kendimi öldüreceğim. Kendimi öldürmem, bunu çürüyen bir sebze gibi yapacağım anlamına gelmiyor. Öldüğünüzde, önemli olan ölümün kendisi değil. Önemli olan o anda ne yaptığınız.”

Film, Paloma’nın bu monoloğu ile başlıyor. Paloma yaşı henüz küçük olmasına rağmen içinde bulunduğu burjuva hayatının saçmalıklarını iliklerine kadar hisseden bir kız. Bunları def edebilmek için şimdiki imkânlarıyla elinden bir şey gelmiyor ve intihar etmeyi düşünüyor. Ölüm konusunun Paloma’da sağlıksız bir şekilde ortaya çıktığını gördükten sonra filmi izlemek için bir neden daha buluyorsunuz. Paloma, bu kararından sonra, intihar edeceği güne kadar, babasının ona verdiği kamerayla çevresinde gördüğü bütün absürtlükleri kaydetmeye başlar.

İkinci önemli kişi, bu beş katlı lüks apartmanın kapıcısı rolündeki Renee, görünürde hayattan bezmiş, silik, içine kapanık, kültürsüz dairesinde kedisiyle yaşayan bir kadındır. Kimse onu, ona işi düşmedikçe önemsemez. Ta ki apartmana yeni taşınan KakuroOzu gelene kadar. Kakuro da 50’li yaşlarında, hoş giyimli, kültürlü ve çevresindeki güzellikleri gören, onlara değer veren birisi. Ayrıca Japon. Doğu kültürünün batı kültüründen farkına dair de bolca göndermeler yapılmış bu karakter sayesinde. Bir yerde şöyle okumuştum: “İnsanları tanımak için sevmek gerekir.” KakuroOzu da öyle yapar ve Renee’nin bütün insanlardan sakladığı yönünü ortaya çıkarmak ister. Paloma da etrafındaki insanları kamera ile kayıt altına aldığı için Renee ile bir yakınlık kurar ve film bu üç kahramanın yaşadıkları, hayat ve ölüm üzerine düşünceleri çerçevesinde devam eder.

İnsanlar onları sığdırmaya çalıştığımız etiketlerden çok daha fazlasıdır. KakuroOzu: “Lütfen yarın akşam yemeğine misafirim olun. Fazla abartılı bir şey olmayacak, sadece bir komşu ziyareti.” Renee: “Komşu mu? Ama ben kapıcıyım.” KakuroOzu: “Bir insanın birden fazla vasfı olabilir.”

Dinlemek gerek, bir insana gerçekten nasıl olduğunu sormak gerek. Geçiştirmeden. Lafügüzaf olsun diye değil. Gözlerinin içine bakarak. Böylece birbirimizi tanıyacak ve bağlarımızı kuvvetlendirebileceğiz.