Suriye’de elli üç yıllık Esad diktatörlüğü sona erdi. Hafız Esad’ın 1971’de kurup, ölümü ile 2000 yılında oğluna devrolmuş bu yönetim, Suriye tarihi açısından acılar, katliamlar, iç savaş, gurbet ve yoksulluk dönemi olarak anılacak.

Suriye’de elli üç yıllık Esad diktatörlüğü sona erdi. Fafız Esad’ın 1971’de kurup, ölümü ile 2000 yılında oğluna devrolmuş bu yönetim, Suriye tarihi açısından acılar, katliamlar, iç savaş, gurbet ve yoksulluk dönemi olarak anılacak. Baba Esad’ın 1982’de Hama’da yaptığı katliamda on binlerce kişinin öldürülmesi rejimin gaddarlığını gösteren sembol olaylardandı. Hafız Esad döneminde Bekaa Vadisi dünyanın her tarafından gelmiş terör örgütleri için bir eğitim kampına dönüşmüş; Esad, rejiminin emniyeti için bu terör örgütlerini tüm dünyaya karşı bir şantaj aparatı olarak kullanmıştı.

Oğul Esad ise ilk döneminde Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirerek dünyaya olumlu mesajlar vermişti. Ancak ülkede ekonomik liberalizmin siyasi liberalizme dönüşmesi ihtimali Esad’ı korkuttu. Keza yumuşak bir geçişle çok partili siyasi hayata geçilmesi durumunda iktidarını koruyabilmesinin mümkün olmadığını gördü ve ülkesini on üç yıl sürecek kanlı bir iç savaşa sürükledi.

Uluslararası ilişkilerde bir analiz, üç analiz düzeyi üzerinden yapılabilir. Bunların ilki birey düzeyinde analizdir ki ilk iki paragrafta kısaca bu analizi yapmaya çalışarak meseleyi Esad ailesi üzerinden okumaya çalıştım. İkinci düzey devlet, üçüncü analiz düzeyi ise sistem düzeyidir. Şimdi de meseleye üçüncü, yani sistem analizi düzeyinden bakalım.

Suriye Soğuk Savaş döneninde SSCB’nin müttefikiydi ve baba Esad’ın tüm yapıp ettiklerini bölgede SSCB’nin çıkarlarını korumak için yapılan eylemler olarak okuyabiliriz. Ancak SSCB’nin dağılmasından sonraki ilk on yıl Batı’nın mutlak hegemonyası dönemi olarak yaşandı. İşte oğul Esad’ın rejimini yumuşatma çabaları tam da bu dönenin sonuna denk geliyor. Ancak 2000’li yıllarda Rusya, SSCB’nin boşalttığı nüfuz alanlarını geri almak için pek çok girişimde bulundu. Gürcistan’ı böldü, Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasını engelledi, Sırbistan’ın NATO ve Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecini sabote etti, Moldova Romanya birleşmesini engelledi. Bu örnekler daha da attırılabilir. İşte Suriye iç savaşı tam da bu sistemik dönüşüm döneminde başladı. Bu dönemde Rusya’nın çıkarlarıyla, Esad’ın iktidarda kalma arzusu kesişti; Rusya’nın diğer müttefiki olan İran’ın da desteği ile Esad bu yeni dönemi iktidarını uzatmak için avantaja çevirmeye çalıştı. Rusya ve İran’ın sistemde elinin güçlü olduğu dönemde bu politika işe yarar gibi göründü, hatta yakın zamana kadar iç savaşı Esad’ın kazanmakta olduğuna ilişkin bir kanı da oluşmuştu.

Ancak Ukrayna-Rusya Savaşı’nda Rusya’nın hem ekonomisi hem de askeri gücü büyük oranda eridi; bu açıdan Ukrayna meselesi ile SSCB’nin 1979’da Afganistan’ı işgali arasında bağlantılar kurabiliriz.  İran da nükleer kapasitesini arttırmak için yaptığı girişimleri nedeniyle uluslararası toplumdan güçlü bir tepki görerek, zaten 1979’dan beri devam eden ambargonun daha da şiddetlenmesi ile büyük güç kaybetti. Bu ekonomik yıkım, İran içinde dondurulmuş sosyal kırılganlıkları da tetikledi ve örneğin  Mahsa Amini’nin öldürülmesi gibi sembol olaylarla daha görünür hale gelen şekilde rejime karşı nefreti körükledi. Can derdine düşmüş Rusya ve İran desteğini kaybetmiş; on üç yıllık bir iç savaşla da içerideki desteğini de tamamen yitirmiş Suriye rejimini ortadan kaldırmak için sadece bir altın vuruş gerekiyordu ki, tam da böyle oldu. Rejim muhalifleri ciddi bir direnişle karşılaşmadan Halep’te başlattıkları yürüyüşlerini Şam’da noktaladılar. Bütün bu gelişmeler olurken Türkiye’nin de tarihin doğru tarafında yer aldığını da vurgulamadan geçmemek gerekli.

Netice iitbariyle, Şam’da düşen kale sadece Esad’ın değil aynı zamanda Putin’in ve Hamaney’in kaleleridir. Bu kale sadece Şam’da değil, başta Ukrayna’da, daha sonra  Gürcistan’da ve Moldova’da da kuşatma altındadır. Hatta Romanya’daki cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmesi de bu dizge dahilinde değerlendirilmelidir. Bu noktadan sonra Sırbistan, Ermenistan ve Belarus gibi Rusya’nın çıkarları ile paralel politikalar izleyen rejimler şapkalarını önlerine koyup tekrar bir küresel siyasal sistem değerlendirmesi yapmak zorunda kalacaklardır.