Bir insanın doğduğu toprakları terk etmesi hele ki ömrü o topraklarda geçmiş ise çok zordur. Bu bütün canlılar için böyle olsa gerek. Geçtiğimiz günlerde 945 yaşındaki bir ihtiyarın ömrünün geçtiği topraklardan koparılışına tanıklık ettik. O ihtiyar ki koynunda büyüdüğü, kökleri ile sıkı sıkı sarıldığı topraktan, yapraklarını okşayan rüzgârlardan, dallarına yuva yapan kuşlardan, ılık yağmurlardan, ezber ettiği doğasından koparılıp 450 kilometre uzağa götürüldü. Gövdesine yakın yerlerden kesilen kökleri ile 'İnşallah burada da tutacağına inanıyoruz' denilerek bin yıllık ömrü bir ihtimale, bir belirsizliğe emanet edildi...

Bizim ihtiyarı merak ettiniz değil mi? Aslında hepiniz tanıyorsunuz. Daha birkaç gün önce büyük bir vincin ucunda sallanırken gördünüz onu, sonra takım elbiseli 'sözde doğaseverlerin' ortasında, bir başına ve garip halde...
Tanıdınız onu evet, tanıyın çünkü belki de son günlerini yaşıyor. Ödemiş'in Bademli Beldesi'ne 1071 yılında dikilen Türkiye'nin en yaşlı zeytin ağacından bahsediyorum. Hani, İzmir Ödemiş'ten Antalya'ya sürgün edilen bizim ihtiyardan. O bizlerden çok önce de buradaydı ama artık bizden sonra da burada olacak diyemiyoruz. Onun ömrünü bir gösteriş uğruna riske attılar, komşularından ayırdılar. Bizim ihtiyar 'Oleaceae' familyasından, anavatanı Akdeniz bölgesi. Ege'nin koynunda doğup büyümüş. Türkiye'nin en yaşlı zeytin ağaçlarından biri, tam 945 yaşında. Çapı 2,55 metre, boyu 6 metre, gövde çevresi ise 7,68 metre.

Mitolojiye göre zeytin ağacı yeryüzüne gönderilen bir armağan. Eski Ahit'te yer alan efsanelerden biri Hazret-i Nuh ve tufandan bahseder. Tufan durulduğu zaman Hazret-i Nuh, suların çekilip çekilmediğini anlamak için geminin penceresinden bir güvercin salar. Güvercin, ağzında yeni koparılmış bir zeytin yaprağıyla gelir. Zeytin dalını gören Nuh, suların yeryüzünden çekildiğini anlar. Ağzında zeytin yaprağı tutan güvercin, o günden bu güne, ümidin ve barışın simgesi olur. Tufanın yok edici gücüne karşı direnen zeytin ağacı ise ölümsüzlüğün.

Bakmayın siz öyle göstermelik -sırf havalı olsun diye bin yıllık ağacı yerinden yurdundan ederek, don ile birlikte taş kesilen toprağa- dikmelere. Zeytin ağacı, tufan değilse de bugün de gözünü para hırsı bürümüş, dağı taşı para olarak görenlerin yok edici gücü karşısında direniyor, varlık savaşı veriyor. Bu yok edici güç karşısında direnen yalnız bizim 945'lik ihtiyar değil üstelik, o sadece görünen, onun gibi binlerce ağacın hayatı tehlike altında. Daha dün Yırca'da 6.666 gencecik (bin yıla kadar yaşadıkları düşünülürse daha çocuktular) zeytin ağacı katledildi. Bugün Urla Ovacık Köyü'nde Rüzgâr Enerji Santrali (RES) için çam ağaçları katlediliyor. Karaburun, Aliağa, İstanbul, Artvin, Antalya, Çanakkale...

Memleketin hemen her yerinde ağaç katliamı varken doğa aşığı, çevreci rollerine bürünüyorlar. 945 yaşındaki zeytin ağacı için hazırlanan töreni ilk gördüğümde bende yaşama dair bir his oluşmadı, o fotoğraf bana daha çok cenaze törenlerini anımsattı. Açılan kuyuya indiriliş, ilk toprağın atılışı, 'İnşallah burada da tutacağına inanıyoruz' temennisi, mezar taşı gibi yaş bedene çakılan pirinç bir tabela... ve yalnızlık...

Cemal Süreya'nın 'Ölüm geliyor aklıma birden ölüm, bir ağacın gövdesine sarılıyorum...' şiiri bir çivi gibi çakıldı aklıma. 
Yakın olsa da sarılsam dedim şu ihtiyarın boynuna. Sarılsam ağlasam... Ölüm dedim, 'Bizi bekleyen ölüm' keşke arada bir olsa da herkesin gelse aklına...