20 Ocak 2025 tarihinde Başkan Donald Trump ikinci dönem başkanlığı için yemin derken aynı zamanda “Amerika geri döndü” şeklinde bir mesaj ile tüm dünyayı “selam”lıyordu.

Ama aslında bu selamla öncesinde müttefiklerinin ve küresel siyasetteki diğer aktörlerin kafalarını karıştıracak çıkışlar yapmaya başlamıştı bile. Kanada ve Meksika için gümrük vergilerini arttırma sözleri, Panama Kanalı üzerinde bir hakimiyet isteği, AB ile ticarette korumacı bir ekonomi anlayışını dile getirmesi ve Grönland’ı kontrol etmek ve hatta satın almak isteği ile Trump nevi şahsına münhasır dış politikaya dair bakış açısının kafa karıştırıcı ip uçlarını vermeye başladı.

Başkan Trump, bu çıkışları ile ABD’nin ekonomik güvenliğini ön plana aldığını söylüyordu. Henüz Rusya-Ukrayna savaşı, Gazze sorunu ve Suriye gibi çok daha sıcak dış politika başlıklarına geçmeden yerleşik uluslararası ilişkiler normlarını ve prensiplerini yok sayan söylemlerle hem dosta hem de düşmana korku salan bir Başkan ile karşı karşıyayız.

Uluslararası İlişkilere Giriş derslerinde ve bu sosyal bilim disiplininin dört yıl süren öğretim dönemi boyunca öğrencilerimize 1648 Westfalya Barışı’nı modern devletler sisteminin başlangıcı olarak belirtir ve ortaya çıkardığı normların ve prensiplerin bugün hala bizimle beraber olduğunu ifade ederiz. Egemenlik alanlarının karşılıklı kabulü, içişlerine müdahale etmeme ilkesi ve toprak bütünlüğünün ihlal edilmezliği ilkesi gibi bugün uluslararası politika açısından temel bir öneme sahip hususları içermiştir. Her ne kadar bu norm ve ilkeler daha önceleri uluslararası ilişkilerde yaşanan önemli olay ve süreçler nedeniyle sıklıkla tartışmaya açılmışlarsa da Başkan Trump’ın öngörülmesi zor dış politika aklı durumu daha belirsiz ve hatta tehlikeli hale getirmekte.

ABD, bugün uluslararası sistemde süpergüç olarak tanımlanabilecek yegâne aktör olmayı sürdürüyor. Bu tür aktörlerin küresel güç projeksiyonuna sahip olması ayırt edici özellikleridir. Diğer yandan, sahip oldukları istisnai gücü “züccaciye dükkanına girmiş fil” gibi kullanmamaları gerekir. Nitekim süpergüç olmak uluslararası sistemde sorumluluk sahibi olmayı da fiilen beraberinde getirmektedir. Fakat bu şekilde davranmak bir zorunluluk olmadığı için karar alıcıların rasyonelliği ile yerleşik normlar ve ilkelerle olan ilişkileri önemlidir. Trump’ın son olarak Gazze hakkında Filistin halkının iradesini yok sayan sorumsuz çıkışı önümüzdeki dört yılın zorluklarına bir örnek olmuştur. Bir devleti ve hele ki bir süpergücü herhangi bir şirketmiş gibi yönetmeye çalışmak, sistemin geri kalanı açısından büyük riskleri beraberinde getirilebilecektir.