Bazı şeyler hiç değişmez, bazı insanlar da öyle. Değişime karşı çıkan insanların ortak özelliği ise sefaletlerinden memnun olmalarıdır, o kadar memnundurlar ki, onları sefaletlerinden çekip çıkarmaya çalışanları düşman olarak görürler. Ve şu da bir gerçektir ki kurtarılması en zor olanlar, sefalete alışanlardır...
Kitap okumayı sevenler bilir. Her kitap insanın önünde açılan bir yoldur. İnsan ilk sayfayı açtığı anda kendisini ilk kez geçtiği bir yolda buluverir. Önceki gün bitirdiğim Sadık Hidayet'in Hacı Ağa adlı kitabının ilk sayfasını açtığımda kendimi çok tanıdık bir avlu kapısında buldum. O kapıdan çıkıp yürüdükçe Anadolu'nun bozkırlarına, en ücra köylerine, kasabalarına doğru yol aldım. Kitapta anlatılan her şey bizi, bugün yaşadıklarımızı anlatıyordu. Kitabın başkarakteri Hacı Ağa 'bu günlerde moda olan' çobanlığın ilmini anlatıyor, bir dostuna şu sözlerle yol gösteriyordu:
...Halk, başı önde, öbür dünyadan korkar olmazsa, bu dünyada itaatkâr kalmaz. O zaman yaşantımızı sürdüremeyiz. Dünyevi ve uhrevi korku söz konusu olmazsa, senin benim için çalışacaklarını aklın kesiyor mu? Daha açık söyleyeyim; insanları öteki dünyanın cezaları ile korkutmazsak, hayatın zorluklarına katlanmaları için yüreklendirmezsek, bu dünyada süngü yumruk, tepelemekle yıldırmazsak, yarın başımız belada demektir... Amele günde on saat ölesiye çalışıp akşam evde bir somun ekmeğe muhtaçken, halı depom tavana kadar dolu olursa onun, ilahi takdirin böyle olduğuna inanması lazımdır.
İnsanların bize itaat etmeleri için aç, muhtaç, cahil ve batıl inançlı kalması lazım. Falan attarın çocuğu okursa, yarın benim cümlelerime itiraz eder, bizim anlamadığımız laflar eder. İşte o zaman elveda Hacı Ağa
(...)
İnsanların ilerlemesine engel olmalıyız ki her şey bizim istediğimiz gibi olsun. Yoksa sokaktaki çöpçü oluruz. Allahtan burada ortam bizim için müsait. Vazifemiz halkı ahmak bırakmak. Böylece başları önde olur ve birbiriyle didişir dururlar. Toplum sağlıklı olmak istiyormuş; bana ne size ne! Toplum bizim sağmal ineğimiz ve dünya bizim muradımızca dönüyor. Bırakın böyle devam etsin.
(...)
Hata etmeyin. Namazı orucu nasıl doğru eda edeceklerini anlatmanızı istemiyoruz. Aksine din adına eski töreleri yaygınlaştırmanızı istiyoruz. Bizim göğüslerine zincir vuran, bıçakla dilim dilim dilimleyen, çabuk inanır, mutaassıp insanlara ihtiyacımız var, dindar Müslümanlara değil. Öyle bir şey yapmalı ki çiftçisi, köylüsü kendisini bana, sana muhtaç görmeli, minnet borcu olmalı. Maksadımıza ulaşabilmek için onlar hasta, kör ve sağır kalmalı; kendi hakkını bizden dilenmeli... Ama unutmayın ki görünüşte halka karşı şefkatli olmak, halk için üzülmek gerek. Çünkü bugün moda oldu. Ama perde arkasından canlarına okumalıyız
(...)
Biliyor musunuz, bizim daha çok dilenciye ihtiyacımız var; dilencinin de bize. Sadaka vermeli, yardım toplamalı, üzüntü duymalıyız ki hem gösteriş yapmış oluruz. Hem vicdanımız rahatlar. Yoksa sokaktaki köpekle dilenci benim gözümde birdir... Her halukârda omuzlarımızda büyük bir sorumluluk var... Bu yüzden milletvekilliği düşüncesine kapıldım...

Sadık Hidayet 1945'te yazmış İranlı Hacı Ağa'yı. Peki ne değişti. Hiçbir şey. Hacı Ağa'lar bugün de aramızda dolaşıyor, maksatlarına ulaşabilmek için insanların hasta, kör ve sağır kalmaları için, insanların kendi hakkını onlardan dilenmeleri için her şeyi yapıyorlar... 
Sadık Hidayet 1945'te yazmış İranlı Hacı Ağa'yı, yıl 2016 olmuş biz hâlâ oradayız... Anladınız siz onu!