Türk milleti tarafından yaygın olarak Büyük Taarruz adıyla bilinen muharebe, Kurtuluş Savaşı'nda gerçekleşen son büyük savaştır. Bu savaş, Milli Mücadele'nin Türk milleti için bir zaferle sonuçlanmasını sağlamıştır. 26 Ağustos 1922'den, 18 Eylül 1922'ye kadar süren savaş, Mustafa Kemal Atatürk'ün ve yakın silah arkadaşlarının özenli planlaması ve Türk ordusunun bu planı başarılı bir şekilde  uygulaması sayesinde başarıya ulaşmıştır. Bu özenli planlama sürecinde, düşman güçlerinin bu taarruzdan haberinin olmaması için birçok önlem alınmıştır. Detaylı planlama ve alınan önlemlerle birlikte Yunan ordusu gafil avlanmış ve bu durum Büyük Taarruz'un zaferle sonuçlanmasında önem taşıyan bir etken olmuştur. Kısacası, Büyük Taarruz; hem hazırlığı hem savaş süreci hem de sonuçları bakımından Türk tarihindeki en önemli savaşlardan biridir.
Sakarya Savaşı'nın Türkler tarafından kazanılmasının ardından, TBMM iki farklı politika izledi. Bu politikalardan birincisi, barışı diplomasiyle elde etme çabasıydı. TBMM, diplomasiden yanaydı ve bu yüzden barış kapısını daima açık tuttu. İkinci politika ise savaş hazırlığıydı. Bu türlü davranışın temel sebebi diplomasi hareketlerinin sonuçsuz kalması ihtimaline karşılık bir taarruz yapmaya hazır olmaktı. Bu politikalar ışığında, Müttefik Devletlerin Mart 1922'de düzenledikleri Türk-Yunan barış konferansına katılan TBMM, bu toplantıda neredeyse Sevr Antlaşması'nın aynısı olan bir antlaşma teklifiyle karşılaştı. TBMM hükümeti; bu antlaşma teklifini kesinlikle reddetti ve barışa destek olmak adına birkaç karşı teklif de sunuldu. Ancak; bu teklifler Müttefik Devletler tarafından kabul edilmedi. Bunun sonucunda Mustafa Kemal Atatürk'te bu sorunun diplomasiyle değil, fakat ancak bir taarruzla çözülebileceği kanaati oluştu; bu düşünce çerçevesi askeri hazırlıklara hız verildi.
Bilgilerimiz; genel taarruz kararının 16 Haziran 1922'de alındığı yönündedir. Bunun öncesinde ise, taarruz ihtimalinin kaçınılmaz olması ihtimaline karşılık, Sakarya Savaşı ile birlikte ülkede seferberlik ilan edilmişti. Seferberliğin ışığında, Türk ordusu düşünebildiği tüm kaynaklardan cephane ve silah elde etmeye çalışmıştı. İstanbul'da bulunan askeri depolardan gizli teşkilat aracılığı ile silahlar ve cephane gizlice kaçırılmış, ayrıca; Rus'lar, İtalyan'lar ve Fransız'lardan  çeşitli askeri malzeme yardımı sağlanmıştı. Bundan başka; daha çok ve nitelikli asker eğitilmesine önem verilmiş, buna yönelik birçok kurs açılmıştı. Bir yandan askeri tatbikatlar yapılırken askerin moralinin yüksek tutulması amacıyla değişik yönlü etkinlikler düzenlenmekteydi. Bu hazırlıklar sonuç vermiş ve Türk tarafının askeri olanakları Yunan Ordusu'nun olanaklarına yaklaşmıştı. Türk tarafının morali böylece iyi bir durumdayken Yunan tarafı ise bunun tam tersi bir ruh hali içerisindeydi. Sakarya Savaşı'nın ardından ülkeler düzeyinde TBMM hükümetinin saygınlığı artarken, durum Yunan hükümeti için tam tersi olmuştur. Ekonomik durum bozulmuş ve ülkedeki iç karışıklıklar artmıştı. Ancak, Yunan kralı ve başbakanı savaşı sonlandırmayı akıllarından geçirmiyorlardı. Yunan Ordusu'nun morali günden güne daha kötüye gidiyordu.
Büyük Taarruz için yapılan genel hazırlıkların sona ermesiyle birlikte, sıra düzenlemelerin uygulamaya dönüşmesine  gelmişti. Hem bu düzenlemeleri yapmak için tüm generalleri dikkat çekmeden toplamak hem de dikkatleri tümüyle Büyük Taarruzdan başka bir yöne çekmek gerekiyordu. Bu sebeple, Mustafa Kemal Atatürk tüm ajanslar ve gazeteler aracılığıyla 21 Ağustos 1922'de Çankaya Köşkü'nde bir çay partisi düzenleneceğini duyurdu. Ayrıca, bir futbol maçı düzenleneceği bahanesiyle tüm ordu komutanları Akşehir'e davet edildi. Bu maçın gerçekleştiği günün gecesinde Mustafa Kemal Atatürk ordu komutanlarıyla Büyük Taarruz'un genel hatlarını belirledi. Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Taarruz zamanını 26 Ağustos 1922 olarak belirlemiş ve Büyük Taarruz'dan birkaç gün öncesinde Anadolu ile tüm haberleşmeyi kesmiş ve böylece Anadolu'dan bilgi akışını önlemişti.
Ordu birlikleri de kuzeyden taarruzun yapılacağı güney yönüne doğru son derece gizli olarak ve çoğunlukla geceleri kaydırılmaktaydı. Askeri yığınağın Afyon Şuhut yöresinde toplanmasına özen gösterilmişti. Yunan kurmay heyeti Türk saldırısının doğu ve kuzeyden yapılabileceğini ön görmekteydi.
Oysa paşaların taarruz planında saldırı güneyden kuzeye doğru yani yunan kuvvetlerini yandan ve arkadan saracak şekilde düzenlenmişti.
***
Bundan sonrasını yazmama gerek yok sanırım. 26 Ağustos'ta başlayan taarruzumuz plana uygun şekilde gelişerek mutlu sonuçlarını 30 Ağustos'ta kesin olarak bizlere müjdeledi. İzmir'imizin kurtuluşuna kadar geçen on günlük süre o günlerin teknik olanaklarına göre inanılacak gibi değildir. Zafere susamış özgürlük aşığı birliklerimiz o kadar kısa sürede, 450 Km.'lik bir aralığı çözebilmiş olmaları tüm dünyayı hayretler içinde bırakmıştır.
***
Bir konuda dikkatinizi çekmek isterim: Geçmişimizde Büyük Taarruzda  üst bölümde yazdığım üzere planlama tekniklerindeki kesinlik ve özellikle gizlilik ilkelerine bakınız, dönüp bir de günümüzde yaşananlara bakınız. Sekiz seneye yakın bir zamandır Suriye denen bataklıkta boğulurcasına boğuşup duruyoruz. Önce Afrin vardı, Fırat'ın doğusu konuşulurken şimdi bir de İdlib çıktı karşımıza.
AKP Genel Başkanı ve Başkanımız Sn. Erdoğan; "Bizi kızdırmasınlar, bizi test etmesinler bir gece giriveririz oralara" diyerek askeri gücümüzün yüksekliğinden dem vuruyor. Bir yandan; "ABD'ye 2-3 hafta süre, biz doğrudan kendi askerlerimizin güvenli bölgeyi kontrol etmesi dışında bir çözüme rıza gösteremeyiz" diyerek Harp Okulları diploma töreninde konuşuluyor, öte yandan  ABD ile Şanlıurfa'da Ortak Harekat Merkezi kurulması onaylanıyor. Ne dersiniz, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demek aklınız gelmiyor mu?
Esenlikle kalınız...