Yazımın başlığını bu şekilde seçmemin temel sebebi Milan KUNDERA'nın "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" adlı muhteşem romanından çok etkilenmiş olmamdır. Ama yazacaklarım o kitaptaki ana temadan elbette farklı olacaktır.

Önce yasaklardan söz açıp; hadi bismillah diyerek aklımıza gelenlerin bir bölümünü sayalım! Aslında ülkemizde hemen her alanda yasak vardır. Gezi Parkı'nda ağaç kesimine karşı çıkmak yasaktır. Soma'da madenlerde olanlardan, Ermenek'te göçükten bahsetmek yasaktır. Ayakkabı kutuları ile ilgili haberler yasaktır. Televizyonlarda erotik benzeri görüntüler yasaktır. Devlet büyüklerimize karşı konuşulanlar hakaret kapsamına alınıp yasaklanmıştır. Konuşanlar 16 yaşında bile olsalar tutuklanacaklardır. İmralı görüşmeleri yasak kapsamındadır. Din karşıtı görüşler yasaklanmıştır. Dünyaca ünlü sanatçılarımızın bu yöndeki konuşmaları mahkemelerce cezalandırılmaktadır. Bazen de Turan DURSUN'un, Bahriye ÜÇOK'un başına gelenler gibi  ölümle sonuçlanabilmektedir.
Öte yandan; ne hikmettir? A t a t ü r k'e ve ailesine saldırmak, hakaret etmek serbesttir. O'nun resimleri çöplerin arasına atılabilir, heykelleri ve büstleri kırılabilir. Anıtlarının kaidelerine hakaret içeren yazılar yazılabilir. Gerektiğinde; ayyaş olarak tanımlanabilir. O günlerin koşulları ve olanakları hiç hesaba katılmadan döneminde yapılmış olan ekonomik gelişmeler hafife  alınarak günümüzde yapılanlarla karşılaştırılabilir. Annesinin, o güzelim Zübeyde Ana'nın Selanik Genelevi'ne sermaye olduğu ileri sürülebilir. Babasının Ali Rıza Efendi olmadığı iddia edilebilir.
Kadir MISIROĞLU adındaki meczup; etrafına topladıklarına bol bol Mustafa Kemal'den- Atatürk kelimesini ağıza almak zinhar yasaktır- bahsetmekte daha doğrusu bol bol hakaret etmeyi sürdürmektedir. İnternette videosunu izlerken ilginç bir noktaya takıldım. İş; hakarete gelince atış serbest her şey aklında ve sanki olayları yaşamışçasına anlatıp duruyor. Yakın zamanlara gelince "Neydi o, şimdi aklıma gelmedi" diyerek kıvırıyor.

Hakaret kervanında bir de V'akit diye bilinen gazeteleri bulunuyor. Alın, okuyun içiniz bulanır.
Ellerinden gelse; Libya Derne'deki resimler foto shop, Çanakkale Savaşlarında göğüste patlayan şarapnel için plastikten oyuncaktı diyecekler. Sonralarında; Samsun'a çıkış, Kongreler, Meclisler, Kurtuluş Savaşı ne ki? Hepsi Sultan Vahdettin tarafından planlanmış! Bu senaryoya göre aradaki isyanlar, Aznavur'lar, Delibaş'lar, Kuvvayı İnzibatiye'ler işin garnitürü olmalı!

Orhan BURSALI üstadımız Cumhuriyet Gazetesinin 26.12.2014 tarihli "Bilim Teknoloji" ekinde Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ'ün hezeyanlarını ne güzel yansıtmış. Yazılanları özetleyerek kısaca aktaracağım. Hazret; Rotterdam'da bir İslam Üniversitesi'nin rektörüymüş. Atatürk'e "Küçük Deccal" diyebiliyor. Kimden naklen diye sorarsanız Said-i Nursi'den. Öte yandan, adamın; hem Said-i Nursici hem de Erdoğancı olduğunu da öğrenmiş bulunmaktayız. Bakın daha neler söylüyor: "Eski hükümetler, milletin malının % 80'ini yiyorlar ve kalan % 20 ise yol parasına bile yetmiyordu. Tayyip Beyin hükümetleri ve bürokratları ise %20'sini yediler; ancak % 80'ini millete harcadılar" diyerek hem yolsuzluğu itiraf etmekte hem de övgü düzmektedir. El hak; doğru söze ne denilebilir ki? 

Elbette çok daha fazlası yazılabilir. Biz elimizden geldiğince ve kısaca bahsedebildik. Ama işin doğrusu Atatürk hakkında şu yazılıp çizilenler sizce de  "Saldırının Hafifliği" kapsamına girmiyor mu?
Esenlikle kalınız...