Affınıza  sığınıyorum, yazımın başlığını Ege Cansen'in Sözcü Gazetesindeki 01.XII.2016 tarihli yazısından aldım. Bu güzel yazıdan yazımın ilerideki bölümlerinde yeniden alıntılar yapacağım. Ama; lütfen izin verin o yazının bana esinleştirdiği bir filmden bahsedeceğim.
25'inci SAAT; bayağı eski bir film sayılır. Galiba 1970'lerin başlarında seyretmiş olmalıyım. İçtenlikle yazayım etkisinden şimdilerde bile kurtulabilmiş değilim.
Güzeller güzeli Virna Lisi Romanya'nın bir köşesinde eşi  rolündeki saf köylü Anthony Quinn ile mutlu yaşamını sürdürmektedir. Yıllar 1940'ların başını göstermektedir. Ötelerde Alman yanlısı Romanya hükümetinin polisinin Virna Lisi'de gözü vardır, istediği karşılığı alamayınca Anthony Quinn'in Yahudi olduğu şeklinde asılsız bir ihbarda bulunur. Ondan sonra artık olanlar olur, neler mi; durun anlatacağım.
O aralar Almanlar Romanya'yı işgal ederler. Yahudi olarak damgalanan  Anthony Quinn, toplama kampında bir Alman görevli tarafından değişik bir şekilde yahudi olmak bir yana "Ari" ırkın örneği olarak tanımlanır. Alman propaganda dergisi "SIGNAL"e kapak olur. Savaş sürmektedir ve kahramanımızı yeni görevler beklemektedir. Ari ırkın örneği olmak kolay mıdır? 
Kahramanımız Almanların seçkin birlikleri SS alaylarında görev yaparken savaş bitiminde bu kere müttefikler tarafından savaş suçlusu olarak tutuklanır. Tahmin edeceğiniz gibi saf Romanyalı köylü Anhony Quinn;  olanların hiçbirini tam olarak değerlendirememektedir.  
Sonunda gerçek yavaş yavaş ortaya çıkacaktır. Savaş bitmiş, yaralar geç de olsa sarılmaya başlamıştır, galiba 1947'lerdir. Virna Lisi ile Anthony Quinn sanırım Çekoslovakya'nın bir istasyonunda biri bir taraftan diğeri başka bir yerden gelerek buluşurlar. Aradan geçen 5-6 sene içinde yaşadıkları onları öylesine yıpratmıştır ki o anları film içinde  seyrederken içten bir hüznü yaşamaktan başka yapılabilecek şey yoktur.

*** 
Durduk yerde ne diye bu filmden bahsettim diye bana sorabilirsiniz. O filmden nasıl bahsetmeyeyim ki olayları ve gerçekleri öylesine yamultarak anlatabilmek ancak Nazilerin  Dr. Goebbels'inin  propaganda örgütüne özgü olabilir. Nazi Almanya'sının propaganda örgütünün çalışma şekli kitaplara, filmlere ve araştırmalara konu olmuştur. Bunu hemen hepimiz biliyoruz. O halde; yazımın başında  Ege Cansen'in sözü edilen yazısından belirli paragrafları alıp incelemekte yarar olacaktır. 

"Olmaz demeyin. Çünkü hamile kalanın adı Ali değil, Aliye'ydi; sağlıklı bir hanımdı. Bıyığı da takmaydı. Dolayısıyla bu olayda doğa kanunlarına aykırı kısaca bilimsel olmayan hiçbir şey yoktu... "Allah selamet versin bizim AKP'nin en büyük becerisi, gerçeklere sakal bıyık takarak, onları halka farklı göstermektir. Mesela yer seçimi kıstasına göre, değil Türkiye'nin, dünyanın en yanlış yatırımı olan yeni havalimanı için dönemin icracı bakanı Sn. Binali Yıldırım "bir çukur verdik, karşılığında dev bir havalimanı üstüne de milyarlarca Euro para aldık" demişti. Hâlbuki yapılan iş "dost ve kardeş" yüklenicilere dolaylı Hazine kefaletiyle yurt dışından borçlanarak, kâr garantili iş imkânı yaratmaktan başka bir şey değildi. Pardon bir şey unuttum. Birinci amaç da Marmara kıyısında ulaşım sorunları bulunmayan dev Atatürk Havalimanı'nı yıkıp burayı imara açarak rant yaratmaktı."

Evet siz ne dersiniz? Tersinden sorayım, Almanların propaganda teknikleri ile bizim AKP hükümetlerinin çalışma teknikleri arasında bir ortak yön olmadığını söylemek olası mıdır?
Senelerce "Dolar" üzerinden yüksek faizlerle gelen sıcak paranın şimdi kaçmaya başlamasını halkın yastık altı (!) dolarlarıyla kapatmaya çalışmak da neyin nesidir? Bu ülkenin aklı başında insanları ON DÖRT yıldır ekonomi alanında yapılan uygulamalarının ülke için zararlı sonuçlar doğuracağını söylemediler mi? Alınan yanıt yalnızca ve yalnızca IMF'ye borcumuz kalmadığı şeklinde olmadı mı? Ha, bir de Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinin çokluğundan bahsediliyordu?
Her  ülkenin bir "Dış Ticaret Bilançosu" bir de "Ödemeler bilançosu" vardır. Dış alımlar dış satışlardan fazla olur Dış Ticaret Bilançosu  açık verir, olağandır. Ayrıntılara girmeyeyim. Ama o ülkenin turizm potansiyeli vardır, açığı kapatarak ödemeler bilançosunda denge sağlar. İşin gerçeği  ON DÖRT yıldır bizde bunların hiçbiri olmamıştı. Peki yapılan neydi, neleri yaşıyorduk? Arap ülkelerinden gelen sıcak dolarlar, borçlanılarak ödemeler bilançosunu dengeliyordu. Kısacası taşıma suyla değirmenlerin döndürülmesi istenmekteydi. 
Evet; belki biraz kaba benzetmeler olacak, sonuçta atalar boşa söylememişler demek ki: "Borç yiğidin kamçısıdır" ama "Takke düşer kel görünür" günü gelince o paralar istenir. O ortamda pirincin taşını ayıklarken aralardan dolar filan da çıkmayacaktır. Üstelik o çokluğundan konuşulan Merkez Bankası rezervleri; açıklara yama bile olamaz. Böyle biline...
Esenlikle kalınız...  

TÜRKÇE İÇİN NOT
Şohben değil ŞOFBEN