2011 yılından bu yana Suriye diye tanımlanan ülkede dolaylı ya da dolaysız dönüp duruyoruz. Öylesine ki en başlarda üç günde, evet üç günde komşumuz topraklarına girip başkentleri Şam'da öğle namazı bile kılmaya niyetliydik.
Oysa geçmişimizin bilmişleri mutlaka bir şeylerden ötürü bilmiş olmalılar ki "Ne Şam'ın şekeri ne Arabın yüzü" diye bir deyişi bize emanet bırakmışlardı. Yazıktır o değerlendirmeyi beceremedik!
Sakın ha sakın; bakın şimdilerde "Barış Pınarı" diye tanımlanan askeri operasyonu yapıyoruz, "Daha önce de 'Zeytin Dalı' operasyonunu yapmamış mıydık!' diyerek beni sorgulamaya kalkmayın. Hatta; daha da öncesinde gene askeri operasyon yapıp "Süleyman Şah Türbesi"ni kurtararak ülkemize getirmemiş miydik!

Bunları geride bırakalım

Şöyle kısaca anımsayınız o Süleyman Şah Türbesi'ni kurtarma operasyonu ertesinde Amerikalıların II. Dünya Savaşında yaptıklarını kopyalayarak ucunda Türk Bayrağı asılı direği Mehmetçiklere diktirmedik mi! Yani; akıllıca önce bayrak direğini dikip, sağlamlaştırıp sonra törenle bayağı göndere çekmek varken Amerikalılar gibi yapmayı kim akıl etmiş olabilir; sizce? Neyse bunların hepsini geride bırakalım. Günümüzde yaşananlara bakalım, ne dersiniz?
ABD Başkanı Trump'ın saygıdan uzak konuşmalarının, diplomasi diline hiç yakışmayan Tweet'lerinin artık tiryakisi mi olduk bilemeyeceğiz. Ama unutmayın ki, Ankara'da yapılan şu son anlaşmayla birlikte yaptığı tehdit dolu mektup öncesinde de ülkemize saygısızca saldırılarda bulunmuştu.

Yenir, yutulur mu sizce!

Geçen yıl Rahip Brunson'ın serbest bırakılmasını sağlamak amacına yönelik açıklamalarını anımsamak yeterli olacaktır sanırım. O günleri iyi anımsayın, nasıl da yoğun bir tehdit bombardımanı yaşamıştık.
Fırat'ın doğusuna yaptığımız ve adına "Barış Pınarı" dediğimiz operasyon öncesinde de Başkan Trump'ın ülkemize yönelik çok ağır ve tehdit dolu beyanları olmuştu. Özgün metinleri bilemeyeceğim. Ancak; o beyanlarda kullandığı dehşet dolu İngilizce kelimeleri ve kısa çevirilerini bir büyük gazetemizdeki makaleden öğreniyorum. İzninizle onları burada sıralayacağım:

Destroy (yıkmak, harap etmek, imha etmek), obliterate (yok etmek), suffer the wrath (gazabını çekmek), hit them hard on the economy (ekonomilerine sert bir darbe indirmek).
Nasıl; yenir, yutulur tehditler midir bu sıralananlar!
Ve son olarak malumunuz Başkan Yardımcısı Pence ile  Ankara'da anlaşma imzalanırken Trump da bir mektup yazarak küstah davranışlarını sürdürmekteydi.

Hakkını yemeyelim

Bilemeyeceğim; görüşüme göre bizim bu "Barış Pınarı" operasyonundan bizlere anı olarak kalanlar bunlar olmalı. Yok, yok hakkını yemeyelim bizim; "Milli Suriye Ordusu" adını taktığımız başıbozuk takımından kalan görüntüleri de unutmamamız gerekecektir. Bakın; bir de bizim operasyon başladığında Suriye'den atılıp Akçakale'ye düşen havan mermileri de bizlere kalmış oluyor.
Az şey midir bu bizlere kalanlar!
Esenlikle kalınız...        
NOT: Bu yazı, 22 Ekim sabahı itibariyle yazılmıştır.