Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül, Anayasa Mahkemesi (AYM)'nin 'hak ihlali' kararının ardından 92 gün sonra tahliye edildi. Yargıya olan güvenin gittikçe azaldığı ülkemizde karar sonrası 'Ankara'da hâkimler de varmış' tarzı yorumlar yapıldı. Sadece bu yorum bile adalet sistemimizin içinde bulunduğu kaygı verici durumu gösterse de konu ile ilgili daha vahim örnekler de var. Örneğin vatandaşların sadece yüzde 30'u yargıya güvendiğini belirtiyor. Ülkedeki her şey gibi yargı da siyasete alet edildi. Çocuklara bile hakaret davaları açılıyor. İnsanlar suçsuz yere yıllarca hapis yatıyor, bazıları hapiste hayatını kaybediyor, birçoğu ise yıllar sonra 'pardon' denilerek tahliye ediliyor. Öyle bir ülke olduk ki, Cumhurbaşkanı çıkıp en yetkili mahkeme olan Anayasa Mahkemesi'nin kararını tanımadığını, karara saygı duymadığını ve uymayacağını söyleyebiliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları bana Sunay Akın'ın 'Geyikli Park' kitabında öyküleştirerek yer verdiği 'Berlin'de Hakimler var!' adlı yaşanmış bir olayı hatırlattı. Belki duymuşsunuzdur çünkü Avrupa'da üniversitelerin hukuk fakültelerinde ilk ders olarak bu hikâyenin anlatıldığı belirtiliyor.

Olay şu şekilde gerçekleşiyor: Prusya Kralı II. Frederick, Berlin yakınlarındaki Postdam ormanlarında gezinirken, içerisinde bir değirmenin de bulunduğu araziyi çok beğenir. Araziyi satın alarak buraya bir saray yaptırmaya karar verir. Tek sorun ise arazinin ortasında bir değirmenin olmasıdır. Kralın adamları değirmenciye gider ve kralın değirmeni satın almak isteğini iletirler. Fakat adam değirmenini satmak istemez. Kralın adamları durumu Kral'a iletirler. Kral bunun üzerine değirmenciyi yanına çağırtır. Önce, değirmen için değerinin kat kat üstünde bir meblağ ödemeyi teklif eder. Ancak değirmenci, 'Olmaz! Değirmenim satılık değildir' der. Kral, 'Sen benim kral olduğumu bilmiyor musun yoksa?' diye sorar. 'Biliyorum' der değirmenci, 'Siz de benim, bu değirmenin tapulu sahibi olduğumu bilin' diye cevap verir. Kral, 'O halde zorla alırım. Bakalım o zaman ne yapacaksın?' der. Değirmenci bu söz üzerine kendinden emin olarak şu cevabı verir, 'Alamazsınız! Berlin'de Hâkimler var!'.
Kral, ülkesindeki mahkemelerin adaletine bu denli güvenildiğini görünce kararını tekrar gözden geçirir ve yel değirmeninin, Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister. Değirmenin altındaki tepeye sarayını diker ve saraya değirmencinin adı olan ve 'kaygısız' anlamına gelen 'Sans-Souci' adını verir. Bugün Sans-Souci Sarayı da, değirmen de ayaktadır. Adalet, kral ve değirmenciyi dost etmiştir. Öyle ki, sabahları Kral II. Frederick'in sarayın arka bahçesine çıktığında değirmencinin krala, 'Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?' diye seslendiği, II. Frederick'in ise 'Adalet her sabah bana, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi' dediği rivayet edilir.

Hikâye bitmedi. Yıllar sonra genç bir subay, Berlin'de kendisi gibi subay arkadaşları ile bir davete katılır. Arkadaşlarına bu hikâyeyi anlatır. Sonra da, 'Haydi gidelim ve bu sarayı görelim. Değirmen hâlâ duruyormuş' der. Kimse o soğukta dışarı çıkmak istemez. Bir tek o subay gider. Sarayın karşısına geçer ve bu eşsiz eseri izler. İşte o genç subay, Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Kral ve değirmenci adaletin şemsiyesi altına sığınmış ve dost olmuştur. Değirmenci, haklı davasında karşısındaki kral bile olsa inançla 'Berlin'de Hâkimler var' diyebilmiştir. Çünkü o ülkenin kralı ülkesinde bu güven ortamını sağlamış, adaletin karşısında mevki ve makam değil sadece haklı ve haksız ayrımı yapılması gerektiği gerçeğini kavramıştır.

Şimdi Kral ve değirmencinin hikâyesini okuduktan sonra dönüp bir kez daha bakın bu ülkeye. Dillerinden adeleti düşürmeyenlere, açılan davalara, söylenen sözlere bir bakın.. Bakın ve söyleyin, bu ülkede değirmenci ile kendisini kral zannedenler hiç dost olabilir mi?