Aslında yazımın başlığını geçmiş olaylarda kullanmış olmamızın dışında belki gelecekte yaşanacak olaylarda da kullanmak gereğini duyabileceğiz. Bu unutulma/unutturulma olaylarının bir yandan günümüzün iletişim olanaklarının fazlasıyla artmış olmasından kaynaklandığı düşünülebilir. Ortam; bu düşüncemizin gerçekleşmesine son derece uygundur.
Bakınız; elbette eskilerde, geçmişin kısıtlı olanaklarının yarattığı bir ortam oluşmuş olabilir. Bizim Kurtuluş Savaşı'mızdaki zafer haberlerinin İstanbul'a ne kadar geç ulaştığını anımsayınız.
Şimdi günümüze dönelim. Daha düne kadar görsel ve yazılı medyanın yanında sosyal medya olarak tanımlanan iletişim olanağının dillerinden düşmeyen, karşılıklı polemiklerin ve atışmaların şimdilerde hiç anılmadığını bile görebilmekteyiz. İşte "Man Adası", işte "Rıza Zahrap", işte "Kıta Sahanlığı" gibi toplumu günlerce oyalayan olaylar dizisi. Ne dersiniz, şimdi arayan soran var mı?
Daha düne kadar bir numaralı konu olan "Kızılay" olayından elimizde ne kalmıştır dersiniz? O kutsal kurumun düşürüldüğü acınası durumu nasıl unutabiliriz? Yazdığım gibi; çoğu insanımız için "Kızılay", gerçekten kutsallıkla eş değerleri bulunan bir kurum niteliğindeydi. Çocukluğumuzda sınıflarımızda "Kızılay" koluna seçilmek ne kadar da gurur verici bir olaydı, unutamam.
1863 yılında İsviçreli Jean Henri Dunant'ın çalışmaları sonucu kurulan bu teşkilat, önceleri sadece harp yaralılarını tedavi maksadıyla düşünülmüştü. Fakat zamanla her türlü yardım için müracaat edilen bir kuruluş haline geldi. Jean Henri Dunant, 1859 Fransız-Avusturya Solferino Muharebesi sonunda binlerce yaralının savaş alanında çok kötü şartlar altında bırakıldığını görmüştü. Sağdan-soldan topladığı yardımlarla yaralıların ihtiyaçlarının giderilmesine çalıştı. Memleketine döndükten sonra muharebe meydanında gördüğü bu vahşeti 1862'de yayınladığı "Solferino Hatıralarım" adlı kitabında anlattı. Cenevre'de 1863'te 16 devletin temsilcilerinin katıldığı bir konferans hazırlanmasını sağladı. Böylece istediği teşkilatın kurulmasını ve teşkilata "Kızıl Haç" adının verilmesini başardı. Kızılhaç'ın  Fransızca'daki adı "Croix Rouge", İngilizce'deki  adı "Red Cross" olarak bilinmektedir. Bayrağı beyaz zemin üzerinde kırmızı bir haç işaretidir.
Osmanlı Devleti "Kızıl Haç" adlı kuruma üye olmak için başvurmuşsa da bayrağında haç işaretinin bulunması nedeniyle sorunlar oluşmuş ancak; 11 Haziran 1868 tarihinde "Osmanlı Yaralı ve  Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti" adıyla Dr. Marko Paşa, Dr. Abdullah Bey, Kırımlı Aziz Bey ve Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın girişimleriyle benzer bir kuruluş olarak çalışmaya başlayabilmiştir.1877'de "Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti", 1923'de "Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti", 1935'te "Türkiye Kızılay Cemiyeti" ve 1947'de "Türkiye Kızılay Derneği" adını almıştır. Kuruluşa; "KIZILAY" adını Ulu Önder Atatürk vermiştir.

Askeri alanda Kızılay; 1876 Osmanlı - Rus Savaşı'ndan 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'na kadar geçen sürede, Türkiye'nin taraf olduğu tüm savaşlarda, cephe gerisinde kurduğu hastaneler, hasta taşıma servisleri, donattığı hastane gemileri, yetiştirdiği hemşireler ve gönüllü hasta bakıcılar aracılığıyla savaş alanında yaralanan ve hastalanan on binlerce Mehmetçik'in yardımına koşmuş, dost ve düşman askerinin bakım ve tedavisine yardımcı olmuş, savaş esirlerine gereken insancıl yardımları yapmış ve savaştan etkilenen sivil halkın bakımı ve korunması için çaba göstermiştir.
Unutulmalıdır ki; Kızılay, yalnızca askerlik alanında görev almayıp tüm sağlık kurumlarda sembol olarak algılanmakta ve bu kurumların binalarının önündeki direklerde Kızılay'ın bayrağı dalgalanmaktadır.

***
Şimdi iyi düşünmek gerekir. Ülke için bu derece önemli çalışmaların içindeki "Kızılay"; ne yazık ki son yıllarda yüksek maaşlı bürokratların görev yapar göründüğü bir kuruma dönüşmüştür.
Hele hele sanki yapılacak başka yer yokmuş gibi ABD'nin New York kentinin merkezinde gökdelen türünde bir yurt yapımına yönlendirilmiş olması ne kadar ilginç bir olaydır. Nasıl ilginç olmasın ki; vergi kaçırmanın yepyeni bir yolunun bulunmuş olması az rastlanır bir olay mıdır?
Ama bence çok daha ilginç olan nedir bilir misiniz? Bizim bu garip toplumumuz olanları nasıl da çabucak unutup gündem dışına atabilmektedir? Şöyle bir etrafınıza bakınız etrafınızda bu olayı anımsayan kaç kişi görebileceksiniz?
Esenlikle kalınız...