Güneydoğu Anadolu ve Kürtlük ülkemiz için çoğunlukla sorun olarak algılanagelmiştir. Nedense gerek hükümetler gerekse toplumun çoğunluğu gerçeklere yakın durmaktansa olayları her zaman üstünkörülükle algılamışlardır. Oysa, bence; Güneydoğu Anadolu'nun sosyal yapısı tam olarak değerlendirilmeden gerçek sonucu görebilmek olası değildir. Bunu neden mi yazıyorum dersiniz? Elbette belirli bir süre oralarda yaşamış bir kişi olarak benim de ufak tefek düşüncelerim olacaktır. Eğer; düşüncelerimi dışa vurmazsam bir ölçüde kendimi suçlu görmem gerekir.
***
Güneydoğu ile olan ilişkimin ortaokuldaki bilgilenmemi saymazsanız 1956 yılında başladığını söyleyebilirim. On altı yaşındaydım. Ve babamın görevi nedeniyle tayin olduğu Siirt Beşiri ilçesine gitme durumundaydım.  
Elbette daha 7-8 yaşlarında iken Çeşme'de tanımış olduğum Nusaybinli İbrahim Abi'mi saymıyorum. Onu nasıl da unutabilirim? Çeşme'deki evimizin tam karşısındaki fırında o zamanlar geçerli bir uygulama yoluyla askerlik hizmetini yerine getirmekteydi. Epey zaman önce gazetedeki bir yazımda galiba ondan uzunca bahsetmiştim. Belki anımsarsınız?
Babam ve ben onunla birlikte alaminüt fotografçıya gidip resim de çektirmiştik. Ne kadar önem vermişiz ki resmin hangi ortamda çekildiğini hatırlamanın ötesinde güzelce saklamışım da.
***
Ne yazmıştım? On altı yaşındaydım, İzmir Atatürk Lisesi'nin birinci sınıfında kalmış hadi ona o günkü öğrenci ağzıyla tanımlayayım çakmış bir genç olarak İzmir'den iki buçuk günlük yolculuktan sonra gecenin on bir buçuğunda Beşiri İstasyonuna ulaştığımızda babamın beni nasıl bulduğuna şimdi bile şaşarım. Neden mi diyeceksiniz? Nasıl olmasın ki? İstasyon gaz lambaları ile aydınlatılmaktaydı, o lambaların ışığı da bir mum ışığından farksızdı. Ben elimde iki iki valiz belki de daha fazlasıyla bir şaşkınlıkla aranmaktaydım. Adının sonraları "Kalo", mesleğinin de şoför olduğunu öğrendiğim birisi "Mudir beg, mudir beg" diye bağırmaktaydı. Sonunda babamla buluşmuştuk
Artık kaç model ve ne marka olduğu belli olmayan bir araca binmiş on üç kilometrelik tozlu yoldan Beşiri merkeze doğru yol almaktaydık.
İşte benim Güneydoğu maceramın bir ölçüde böyle başladığını söyleyebilirim. Oralarda üç buçuk - dört aylık yaz tatillerinde  neler gördüm neler yaşadım anlatmaya kalksam sayfalar yetmez olur, ama; bilmem ki kaç roman konusu çıkacaktır? Nice Kürt arkadaşlarım (Örneğin Nurettin, Nazmi ve İsmail), nice Kürt amcalarım oldu (Örneğin Zeki, Abdullah Amcalarım) bilemezsiniz?
Ya oralarda yaşadıklarımız? Akrepleri yakalamayı mı öğrenmedik? Kınnap iplerinin ucuna zift bulaştırır yuvalarını bularak akrepleri tahrik ederek onları dışarıya çekerdik. Ne cesaret, kalk sonrasında onları kavanozlara doldurarak Tarım Müdürlüğüne (O zamanlar Memurluğuna) götür. Garzan çayına dinamitler mi atmadık, ardından suyun üstüne çıkan ters dönmüş balıkları mı toplamadık? O zamanlar Beşiri'nin bucağı olan Batman'a açık kasa kamyona binip futbol maçlarına mı gitmedik? Hem de bozkırın o yakıcı sıcağında.
Onların bizim hakkında ne düşündüklerini elbette bilemem ama ben Kürt arkadaşlarım hakkında olumsuz düşündüğümü hiç de hatırlamıyorum.
***
Elbette eğitim ortamımız sürmekteydi. O zamanlar okullar Eylül ayının son pazartesi günü açılırdı. Ben eğitimimi kardeşimle birlikte Erzurum'daki lisede sürdürecektim.
İşte; böyle, biz kardeşimle birlikte bir de aktarmalı Erzurum yolculuğu yapmaz mıyız? Gittiğimizde oranın meşhur soğuğu  başlamış olmalıydı ki dutların yeşil yaprakları dallarında yeşilliklerine karşın kurumuşlardı.
Galiba asıl söylemek istediklerimin dışına çıkmış olmalıyım. Oysa amacım başkaydı. O Erzurum Lisesi'nde nice Kürt arkadaşlar edindik saymakla bitmez. Kağızmanlı Osman, Vartolu Vursay, Ercişli Zeki, Hınıslı Cezmi, Muşlu Veli, Bingöllü Halit, Pülümürlü Yüksel şimdilik aklımda kalanlar. Belki daha niceleri vardır. Ben hiçbiriyle ne kavga ettim, ne de onlar hakkında olumsuz bir ortamın varlığını gördüm. Üç yıllık lise hayatı öylesine rüya gibi uçup gitmiş de biz onların farkına bile varmamışız.
Bakıyorum da o üç yıllık lise eğitimimizi birbirlerimizi hiç sorgulamadan tam bir kardeşlik anlayışı ile yaşayıp bitirmişiz. Ne yıllarmış o yıllar.
İzin verirseniz, bu konulardaki yaşantımdan kesitleri ilerideki yazılarımda yeniden ele alıp dile getirmeye çalışacağım. Şimdilik burada bırakıyorum.
Esenlikle kalınız...

TÜRKÇE İÇİN NOT
Aktarcı değil ATTAR