Zaman zaman aklımdan hep geçirmişimdir. Hayatımızın büyük bir kısmını kapsayan futbol başta olmak üzere tüm spor karşılaşmalarını izlememiz, her şeyin üzerinde tutmamız aslında çok garip bir şey. Sporcular el üstünde tutuluyor. Adeta taparcasına seviliyor, uğrunda kavgalar ediliyor, kan dökülüyor ve bazıları hayatını kaybediyor. Bunlardan en önemlilerini sayacak olursam:

17 Eylül 1967'de oynanan Kayserispor - Sivasspor maçında taraftar birbirine girdi, 43 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi de yaralandı.

29 Mayıs 1985’te Brüksel'de oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası final maçında Liverpoollular Juventuslulara saldırdı, bir duvarın çökmesi ve taraftarların tel örgülere sıkışması sebebiyle 38 İtalyan taraftar ve 1 Belçikalı can verdi.

Mısır'da, Al-Masry ve Al-Ahly arasında 2012 yılında oynanan maçta çıkan olaylarda 72 kişi hayatını kaybetti.

Bunlar dışında küçük çaptaki kavgalarda ölenlerin sayısı da hiç de az değil. Ölenler toprağa, öldürenler hapise. Bir spor karşılaşması için, bunlara değer mi?

***

Spor karşılaşmaları sadece eğlence hayatına giriyor ve dünyada en çok para burada dönüyor. Diğer bir tarafa bakacak olursak, hayatımızı sürdürmemizi sağlayan çiftçilere, hayvan yetiştiricilerine ve benzeri işleri yapanlara neredeyse hiç değer verilmiyor. Bu işle uğraşanların çoğu zar zor geçiniyorlar.

Spor karşılaşmalarını izlemek için ödenen ücret değişkenlik gösterse de 2 saatliği ortalama 40-50 lira. Bu para ile günün 2 öğünü karnını doyurabiliyorsun. Spor izlemeden yaşayabilirsin fakat yemek yemeden yaşayamazsın.

İşte burada kendi kendime şu soruları soruyorum:

Eğer bir savaş olsa, bunca parayı ceplerine indiren sporcular ve taraftarlar ne yapardı?

Eskiden de ülkemiz bir savaş yaşamış ve birçok sporcu mesleğini bırakıp, savaşa katılmıştı. Spor denen bir şey kalmamıştı. İşte o zaman gıda üretimi yapan kişilerin değeri anlaşılmıştı. Ben o günleri görmesem de, büyüklerimiz açlığı yaşamışlar.

***

Her zaman aklıma gelen, şimdi başıma geldi. Ama savaş değil de virüs çıktı karşımıza. Herkes eve kapandı, spor karşılaşmaları iptal edildi. Dışarı çıkamıyor çoğu kişi. Televizyonlarda eski maçlar gösteriliyor. Gündem yok denecek kadar az. İlgi çeken de hiçbir şey yok. Herkesin aklı fikri koronavirüste. Puan tablosu değil, virüsün kaç kişiye bulaştığı sayıya odaklanılmış durumda.

Neyse ki virüs, savaş gibi çiftçiliğe pek fazla darbe vuramadı. Hala karnımızı doyurabiliyoruz. Sporcular da oynamadan paralarını alıyorlar. Maddi sorunları yok. 2. Dünya Savaşı gibi ölümcül ve uzun bir felaket yaşansa, paranın da değeri kalmaz. Zengin olan sporcular bile yiyecek bulmakta zorlanır, sefaleti yaşar. İşte o zaman el üstünde tutulanlar yiyecek üretebilen kişiler olur.

Gerçi bu günlerde de el üstünde tutulanlar doktorlar oldu, sporcuları gölgede bıraktı.

***

Elbette ki kendime de pay çıkarmıyor değilim. Spor yazarlığı da gerçekte değersiz bir iş. Bu meslek olmadan da yaşanır.  

Sonuç olarak sağlık için yapanlar bir kenara, spor bir eğlence, üretim ise hayat demek.

Beşiktaş İkinci Başkanı Adnan Dalgakıran gündeme bombayı atıverdi ve Galatasaray’ın UEFA Kupası'nı şans eseri aldığı açıklamasını yaptı. Sosyal medyada da her türlü tepki geldi. Bu sözler sadece ve sadece düşmanlık yaratır. Sıradan biri bile söylese, çok tepki çekecekken, bir kulübün başkan yardımcısının bunu söylemesi, dostluğa ve barışa atılmış bir bombadır bana göre.

Hayatın her alanında şans elbette vardır. Fakat o yıllardaki Galatasaray kadrosunu küçümsemek de asla olmaz. Türkiye'de üst üste 4 sene şampiyon oldu. Taraflı tarafsız herkesin takdirini kazandı oynadıkları güzel futbolla.

Dalgakıran'ın bu eleştirisinin dayanağının sebebi, sarı kırmızılı takımın kupayı aldıktan sonra Avrupa'da bir daha başarı gösterememesi, yani sisteminin olmaması. Nice büyük kulüpler vardı, yok olup gittiler. Bu takımlar için de şansına bir dönem parladı ve sonra söndü diyebilir miyiz? Ajax, PSV Eindhoven, Milan, Nottingham Forest, İnter, Benfica ve nice takımın yıllardır başarıları yok.

Sistemin değişik türleri vardır. Dalgakıran'ın bahsettiği sistem, gelecek yılları kurtaracak sistem. Bir de oynadığın oyundaki sistem vardır. İşte bu Galatasaray'da olan şeydi. En büyük şansı birbirini tamamlayan oyuncu ve teknik adamların bir araya gelmesi idi. Çıktılar sahaya canla başla oynadılar, herkesi kendilerine hayran bıraktılar. Ezilmeden oynadılar. Hatta ezdiler bile denebilir. Alınlarının teriyle de o kupayı kazandılar.

Kurulan o güzel kadro birdenbire dağıldı. Avrupa kulüpleri oyuncuları kapıştı. Teknik Direktör Fatih Terim de gitti, takım tamamen değişti.