Yüksel Pazarkaya. Yazar, şair, çevirmen, öğretim görevlisi, gazeteci ve de İzmirli, Namazgâhtan. Altınordu Mahalleli olduğu için basketbol ve futbol takımlarıyla şampiyonluklar elde etmiş Altınordu'nun koyu taraftarı. 1940 doğumlu. Terzi Mustafa Bey ile ev kadını Zekiye Hanımın oğulları. Yücel, Zuhal, Nihal, Nursel adlarında dört kardeşi var.
            
Edebiyat çevrelerinde ne zaman Yüksel Pazarkaya ile ilgili bir konu geçse, "Almanya'da yaşayan Türk edebiyatçı" diye nitelendirilir.
            
Son derece keyifle kaleme aldığım Haber Ekspres Gazetesi "pazar" yazılarımda, bu hafta Yüksel Pazarkaya'yı konu etmemin nedeni; kendisiyle dostluğumuzun ötesinde özellikle genç kuşaklarca bilinmesini istediğim başarılarla dolu yaşamı. Azmi, kararlılığı, her sorumluluğun üstesinden gelmesi ve aydın kimliği.
            
Buyurun, Yüksel Pazarkaya!
Baba dar gelirli ama okuma başta olmak üzere yaşamlarında ailece kültüre büyük önem veriyorlar. Eve her gün giren gazete, dönemin Yeni Asır'ı. İstanbul ve Ankara'dan İzmir'e turneye gelen hiçbir tiyatro oyunu kaçırılmıyor. İzmir'in Elhamra, Tayyare, Yeni Sinema'sındaki yerli filmlerin de müdavimleri.
            
Yüksel Pazarkaya, henüz orta ikinci sınıftayken, iyi karne ödülü olarak İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun İzmir Yeni Sinema sahnesindeki, Reşit Gürzap'lı oyununa götürülür. Ödüle bakar mısınız!
             
Doğduğu kira evini değil ama sonra çocukluğunun geçtiği; ufak bahçeli, hısım düzeyinde komşuluk ilişkilerinin geçerli olduğu, bahçelerin tahta perdelerle ayrıldığı iki katlı kira evini iyi anımsıyor. Bahçeleri birbirinden ayıran tahta perdenin arkasından dinlemeler sonucu radyo tutkusunu da içselleştiriyor.
             
Tatillerde bir hedefi var Yüksel Pazarkaya'nın; bir iş tutup, hayata atılmak ve bunu uygulamak. Yani, yeni yetme yaşta da olsa genelgeçer heves değil bu. Simit, pohaça, kurabiye, çikolata, karemala satıyor, kantarcılık yapıyor. Lise yıllarında, İzmir'in adı bilinen ünlü firmalarından Ayker'de muhasebeci olarak çalışıyor.
              
İzmir, Cumhuriyet öncesi olduğu gibi sonrasında da çokkimlikli toplumsal yapıya sahip. Komşuların bir bölümü Girit'den gelen birinci kuşak göçmenler. Onlardan Rumcayı kapıyor. Sonra Anafartalar Caddesi ile Fevzipaşa Bulvarı arasındaki diğer tanış komşuları Yahudiler, onlardan da bir şeyler öğreniyor.

Albert Einstein'e saygı duruşu
              
Bugün ülkenin egemenleri bilimle ilgili ne varsa reddediyor, ümmet toplumunu yaratmaya yöneliyorlar ya, Cumhuriyet'in ilk yılları böyle değil. Bilime, aydınlanmaya saygı sonsuz! Yıl 1955. Aylardan nisan. Yüksel Pazarkaya, Namık Kemal Lisesi'nde öğrenci. Okulun müdürü, aynı zamanda felsefe öğretmeni Hayri Çakaloz, bütün okulu bahçede topluyor, üzgün bir sesle, "Bugün büyük bilim adamı Albert Einstein'ı yitirdik", dedikten sonra hakkında özet bilgi vererek saygı duruşu yaptırıyor.
              
Namık Kemal Lisesi'nin tüm öğretmenleri gerçek birer eğitim neferi. Bu öğretmenlerden birisi olan, şairliği ile tanıdığımız Fuat Edip Baksı'nın, okulun öğrencileri arasında bulunan Mustafa Şerif Onaran, Dinçer Sümer, Refik Durbaş gibi kültür insanlarına edebiyat sevgisi aşıladığını aktarıyor Yüksel Pazarkaya.
              
Güçlü eğitim kadrosunun serptiği tohumlar kısa sürede ürün veriyor ve Namık Kemal Lisesi mezunları, ilk 1957 yılında, o güne değin üniversiteye giriş ve yurt dışına burslu çıkış sınavlarında İzmir Atatürk Lisesi'nin önüne geçiyorlar.


Sümerbank bursuyla ver elini Almanya
             
Lise öğrenimi bitmiştir. Yüksel Pazarkaya, 1957 yılı yazında İstanbul'un yolunu tutar. Üç sınava girecektir. İTÜ giriş sınavı ile Sümerbank ve MTA yurt dışına burslu öğrenci gönderme sınavlarıdır bunlar.
             
Önce İTÜ'nün sınav sonucu belli olur. Kimyayı istemesine karşın, tercih hatası yaptığı için, elektrotekniğe girmek zorunda kalır. Kendisine bir yerlerden 100 lira aylık burs sağlanmıştır ama oda kirasına yetmemektedir. Yetmediği için de, Sirkeci'de, eski bir otelde gece bekçiliği işi bulur. Otelde kalmaya başlamıştır. Ancak gece bekçiliği, gündüz üniversite eğitimi, yetersiz bakım ve beslenme sonucu hasta olur. Tam bu sıralarda Sümerbank ile MTA sınavlarını da kazandığını öğrenir. Bunu öğrenir öğrenmez İstanbul İTÜ Elektronik Mühendisliği Bölümü öğrenciliğini noktalar, bekçilikten ayrılır, İzmir'e, ailesinin yanına döner. Anasının elinde, onun elinden çıkma ev yemekleriyle bir süre sonra iyileşir, kendine gelir.
            
Sümerbank, tekstil kimyası için Almanya'ya, MTA ise petrokimya için İngiltere'ye gönderecektir. Yüksel Pazarkaya, lise sıralarında gördüğü dil İngilizce olmasına karşın, Türkiye'deki yaygın Alman ve Almanya hayranlığı sonucu, fazla düşünmez, "ver elini Almanya!" der. Daha o yıllar Türklerin, işgücü olarak Alamanya seferberliği henüz başlamamıştır.
            
Bizim kuşağın hep "edebiyatçı" bildiği Yüksel Pazarkaya, Enver Ercan ile yaptığı söyleşide, Almanya'daki kimya öğrenimi için, "Kimyayı Türkiye'den burs aldığım için okudum ama severek okudum" diyor.
            
Almanya'da kuru kuruya kimya mühendisliği bölümü öğrencisi değildir; kimya derslerine koşut olarak, edebiyat ve tiyatro bilimleri ile felsefe derslerini de izlemektedir.
            
Şimdi şurası son derece önemli: Kimya öğrenimi sırasında edebiyat bilimleri kürsüsünden yardımcı asistanlık önerisini almış ve çalışmaya başlamıştır.
            
Ve kimya eğitimini başarıyla tamamlamasının ardından, edebiyat bilimleri ve felsefe öğrenimi için kayıt yaptırır. Burası da önemli; bu bölümdeki öğrenimini doktorayla tamamlar.    
            
Yüksel Pazarkaya ile ilgili yazımı sürdüreceğim.