Endonezya'daki Upas ağacı zehirli bir bitki. O kadar güçlü ki, çevresindeki bütün bitkileri öldürüyor. Upas ağacı, yaşamak için öldürmek zorunda. Zehirlemek yaşam biçimi, bazı insanlar için olduğu gibi. 
Upas ağacının yaşam niteliklerini taşıyan pek çok insan var. Çevrelerindekiler üzerinde egemenlik kurmaya çalışanlar, sürekli eleştirenler, ilginin sadece kedilerine odaklanmasını ve her konuda, her kararda onlara başvurulmasını isteyenler bu insanlar. Hiçbir şeyi paylaşmak istemezler. Ne sevmeyi, ne de sevilmeyi bilirler.
Herhalde bu nedenle, bir bilge 'En çok terzimi severim' demiş. O benim için dikeceği her elbiseden önce, ölçümü yeniden alır. Beni yeniden tanımlar. Başkaları ise beni bir kalıba sokarlar ve o kalıptan bir daha asla çıkarmazlar. Onlar için yalnız kendileri vardır.
Bu nitelikleri taşıyan sadece kişiler değil. Aynı zamanda insan toplulukları, mezhepler, hatta devletler var nefretle beslenen.
***
Sevgi üzerine birkaç sevgi öyküsü, sizi Upas'lardan koruyabilir. 
Ida Fay Oglesby adlı bir yazarın gerçek olarak tanımladığı bir öykü sık tekrarlanır. Belki sizler de başka bir yerde okumuşsunuzdur.
Pennsylvania'daki bir kimsesizler yurdunda, 8 yaşındaki utangaç ve çirkin bir kız çocuğunun davranışları, yöneticiler için sorun olur. Daha önce iki yurttan kovulmuş, bu yurttan da kovulmak üzeredir. Bu kez de yurdun mektuplarla ilgili kuralını çiğnemek üzeredir. Hiçbir mektup yönetimce okunmadan gönderilemez. 
Yöneticilerden birisi, bu küçük kızın bir şeyler yazdığını görünce, 'Şimdi yakaladım!' der kendince ve suçüstü için gizlenir.
Küçük kız, mektubunu yazar yazmaz katlayıp zarfa koyar ve bahçeye fırlar. Kapının yanındaki eski çınar ağacının, toprak üzerine taşmış köklerinin arasındaki bir boşluğa mektubunu yerleştirir ve hızla kaçar yatakhanesine...
Yönetici koşup, çıkarır mektubu ve yırtarcasına açar. Yüzü kızarır mektubun içindeki masum gerçeği kavrayınca.
Küçük kızın sevgi açlığını ve yalnızlığını yansıtır şu cümle. 'Bu mektubu bulup da okuyan her kimsen, seni seviyorum...' 
*** 
Büyük bir kentin varoşlarından bir tur otobüsü geçmektedir. Turistlerden bir tanesi, pislik içerisinde oynayan çocukları görür. Bir tanesini gösterir diğer insanlara. 'Neden' der, 'kimse bu çocuğu yıkamıyor? Annesi nerede?' 
Otobüsteki rehber cevap verir. 'Size şöyle açıklayabilirim' der. 'Annesi çocuğunu çok seviyor, ama kirlilikten nefret etmiyor. Sizler ise kirlilikten nefret ediyorsunuz ama çocuğa bir sevginiz yok. Çocuk sevgisi ile kirlilik nefreti aynı kalpte buluşuncaya kadar, bu çocuk böyle yaşamaya mahkum.'
***
Güney Afrikalı Alan Paton, 'Ah, But Your Land Is Beautiful' (Ah, Ama Senin Vatanın Çok Güzel-1983) adlı kitabında ırk ayrımcılığına karşı savaşırken karşılaştıklarını anlatırken, bir de vurucu bir öyküsü vardır. 
Yüzü korkunç çirkin genç bir kız, kör bir adam ile evlenir. Birbirlerini çok severler.
Bir gün kör adamı muayene eden bir cerrah, ona, bir ameliyatla, görme duyusunu yeniden kazandırabileceğini söyler. Adam sevinçle döner evine ve bu güzel haberi verir eşine. Eşi ise büyük bir karamsarlığa kapılır bunu duyunca. 
Adam eşinin sevincine ortak olamayışının sırrını, ısrar ederek öğrenir. Eşinin, yüzünün çirkinliğini görmesini istemediğini öğrenince, onun kalbine su serper. 'Seni o kadar seviyorum ki' der, 'senin mutluluğun gözlerimden daha değerlidir. Seni mutsuz etmektense, kör kalmayı yeğlerim.'
***
Başkasının mutluluğu için kör kalabilecek kadar sevebilir misiniz? Eğer bir Upas iseniz, sorum size değil. Siz, zehirleme işinize aynen devam edebilirsiniz.
Bu ülke halkının yarısı her gün nefret sözleri ile bombalanmaktadır. Gazze'deki durum ise çok daha feci. Orada acımasız İsrail'in gerçek bombaları düşüyor çocukların üzerine...
(Sevginin filizlenemediği, nefret ağaçlarının ise dev bir ormana dönüştüğü bu coğrafyaya uygun bu sevgi açlığı yazımı zaman zaman tekrarlarım... Bir faydası olur mu? Olmaz!)