En son üç ay önce birkaç günlüğüne geldiğim eve, bu kez bir haftalığına gelmiştim. İkinci gün ev epey kalabalıktı. Bir ara annem yanındakilere, 'Ali ile İlkay yine ayrıldı, bir türlü kavuşamayacak bu çocuklar' dedi. Ali ve İlkay diye birini tanımıyordum. Evden uzak olunca bazı isimleri unutabiliyor insan. Mahalleye yeni taşınan birileridir diye düşündüm. Annem isimlerini ilk defa duyduğum birkaç kişinin daha başından geçenleri anlatmaya devam ediyor, arada bir kendisini ilgiyle dinleyen misafirlerine,  'Emine geri dönmüş, Şerif ne yapacak acaba?' diye sorular soruyor cevap bekliyordu.

'Anne mahalleye yeni birileri mi taşındı? Kimden bahsediyorsunuz. Ne olmuş?' dedim.

Birden bakışların tamamı üzerime çevrildi. Başta annem olmak üzere odadaki herkes gülüyordu. Şaşkın şaşkın etrafıma bakıyordum ki kardeşim, "Abi onlar diziden bahsediyorlar. Hani 8 yıldır devam eden 'Beni Unutma' diye bir dizi var ya, anlattıkları olayların tamamı orada geçiyor" dedi.  

Sanal ile gerçeğin kesiştiği noktada duruyordum. Kardeşim o an 'Evet abi mahalleye yeni taşındılar yeni komşularımızla sen henüz tanışmadın' dese inanacaktım.

O an, televizyonun yarattığı -bir yanı gerçeğe değen- o dünyadan soyutlanmış hissettim kendimi. Bu durum iyi mi yoksa kötü mü diye düşündüm. 'Bilmek mutsuz eder' diyordu ya birileri. Hakkı vardı. Bugün çok az şey biliyor olsak da, bilinçlerimizi ve dolayısıyla yaşamlarımızı şekillendiren, evimizin baş köşesine koyduğumuz o parlak ışıklı ekranlardan sızan ses ve görüntülerin, eski güzelliğini çoktan yitirdiği konusunda hemfikiriz.

Yaşadığımız şu günlere nazaran çok daha güzel olan, seksenler ve doksanların hatıraları ile yaşamaya devam ediyoruz. Samimiyeti ile insanın içini ısıtan 'Bizimkiler', '7 Numara', 'Süper Baba' gibi dizilerle büyüyen o gençler ve o dizilerde hayatlarından bir parça bulan büyüklerimiz bugün televizyonu açtıklarında kendilerine dair hiçbir şey bulamıyorlar.

Çünkü ekranları, insanlara hayatın içinden seslenen, onları güldürürken düşündüren, 'O gemi bir gün gelecek' diyerek umutlarını canlı tutan, bazen hüzünlendiren, komşunun komşuyu hor görmediği, kardeşçe yaşadığımız, büyük bir aile olduğumuz günleri hatırlatan diziler ve filmler yerine, içinden harfiyat kamyonu geçen diziler, evlendirme ve yarışma programları, bugün ne giysem gibi içi boş yapımlarla karşılaşıyorlar.

Son yıllarda özellikle gençlerin ilgiyle izlediği, 'Behzat Ç.', 'Leyla ile Mecnun', 'İşler Güçler', 'Beş Kardeş', 'Kardeş Payı', gibi güzel olan ne kadar dizi varsa hepsini birer birer yayından kaldırdılar. Çünkü gülümseyen, düşünen, samimi olandan korkuyorlar. Yapmacık olalım istiyorlar, inanmadığımız halde sırf çıkarlarımız için bütün benliğimizi yok sayalım istiyorlar. Tek renk olun diyorlar.

Ama onlar da biliyorlar. Yeni nesil onların hazırladığı hiçbir kalıba sığmayacak. Ne para, ne makam, ne mevki, tek istedikleri daha aydınlık, daha güzel bir ülkede huzur içinde yaşamak olan yarının büyükleri, bugün o yayından kaldırılan, tekrar yayınlanmasına izin verilmeyen dizileri açıp, tekrar tekrar izliyorlar.

Anne ve babalarımız ise o saçma sapan programları başka seçenekleri olmadığı için izlemek zorunda kalıyor. Ama onlar da zamanla görecektir. Çünkü düşünmenin, gülmenin güzelliğini bir kez kavrayan herkes, ekranları esir alan saçmalıkların gerçek hayatta yaşananların yansıması olduğunu anlayacaktır.