Bütün gününü kalmakta olduğu İskoç kasabasında, eski şatonun yanındaki meyhanede geçirmektedir yalnız adam. Birasını yudumlar, sigara dumanlarının bulutları arasından pencerenin dışındaki dünyaya dalar.

Bu sessiz yabancının masasına kimse oturmaz. Bütün gününü orada geçirdikten sonra, meyhaneci kapatırken toplanır ve düşer pansiyonunun yoluna.

Meyhanecinin ilgisini çeker yalnız adam. O da yalnızlığın acısını iyi bilenlerdendir. Bir gece, kapatırken, sessiz adama işaret eder, kalıp birasına devam etmesi için. Meyhaneci de yabancının masasına ilişir. Kendine de bir bira doldurur ve kaldırır bardağını yalnız insanlar şerefine. Yabancı da gülümser, kaldırır bardağını.

Şöminenin başına geçerler. Acının hikmetini ararlar coşkun ateşin gölgelerinde. Sessizce kaldırırlar kadehlerini yeniden, bilmem kaçıncı kez. Hiç konuşmadan geçirirler saatlerini. Odunların çıtırtıları gevezelik eder, sadece.

Sahne her gün tekrarlanır artık, gün be gün. Meyhaneci de, yabancı da bağlanırlar birbirlerine. Sessizce sürer, yalnızlıkta ortaklık.

Nihayet bir gün, bozacaktır sessizliğini yabancı, odunların da seslerini kestiği bir an. Yüreğindeki acıları döker ortaya yabancı ve giderek coşar. Nihayet gözyaşlarına boğulacaktır anlattıkça. Seyrek uzun saçlarından terler akar kocaman siyah gözlerinin çukuruna. Burundan süzülür ateşe ter damlaları, tıp, tıp, cızzz... Kah öfkelenir lanet okur birilerine yumruklarını sıkarak, kah tükürür birilerine nefretle. Sonra yumuşar, ellerini ovuşturur, geride bıraktığı sevdiklerini anarak.

Meyhaneci sevgi ve saygıyla dinler dostunu. Arkasını sıvazlar. Ellerini tutar dostça. Sonra birlikte sığınırlar sabahın umut ışıklarına.

Meyhaneciye gelir, yürek boşaltma sırası. O da boşaltacaktır içini, adını bile sormadığı yabancı dostuna. Şöminenin üzerindeki resimleri alıp, birer birer okşayacaktır, silecektir gömleğinin kolunun ucuyla, bir yandan anlatırken.  İskoç eteğinin altındaki kalın ve güçlü bacaklarının tüyleri tutuşacaktır neredeyse şömineye abanırken.

Şöminenin tepesindeki kadının resmine ne meyhaneci bakacak, ne de yabancı soracaktır kim olduğunu. O kıvırcık saçları ve ak çizgilerle kırçıl, uzun sakallarının arasında kaybolan ağzından, gür ve tok sesler çıkmaktadır meyhanecinin. Sanki o da küfürler savurmaktadır sonunda, lanetli kaderine.

Artık bir yabancı, bir de meyhaneci konuşur sırayla ve coşkuyla. Saygı ile dinlerler birbirlerini. Birbirlerinin gözlerinin tam içine dikerler gözlerini.

Nihayet korkulan gün gelir, çatar. Yabancı bir başka gurbetin yolcusudur artık. Saatlerce ağlaşırlar iki dost. Sarılırlar birbirlerine, yüreklerini kenetleyip.

O gün açmayacaktır meyhaneyi, meyhaneci. Dostunun yasını tutacaktır...

***
Yabancı, Andalusya'lı şair  Pedro Garfias'tır.  Bir İskoç limanından gemisine binecek ve Meksika'ya doğru yol alacaktır...

Bu öyküyü Pablo Neruda'nın 'Yaşadığımı İtiraf Ediyorum' adlı otobiyografisinden almış, kendim işleyip süslemiştim, haddim olmayarak.

Öykü gerçek. İspanya iç savaşından kaçan şair Garfias'ın öyküsü. Ancak bu öykünün şaşırtıcı ve vurucu yanı, yabancı ile meyhanecinin birbirlerinin dillerini bilmemeleri gerçeğidir. Ne meyhaneci İspanyolca bilir, ne de şair İngilizce. Anlattıkları yürek öykülerini, birbirlerinin yüreklerine kelimelerle değil, duygularla ulaştırırlar.

Yürek öykünüz güçlü ve yalın ise, bir dosta ihtiyacınız taşkın ise, kelimelere bile ihtiyaç yok.

Paolo Coelho'ya göre, yaşamda takılınan bir noktayı aşabilmek için insan, yaşam öyküsünü, yani yürek türküsünü, 'tanımadığı' bir insana anlatması gerekir.

Özellikle yaşı ortaları aşanlar için yaşam öyküsü, birlikte taşınan ağır bir duygu bavuludur. Bu bavul, yükünü aldıysa eğer, açıp boşaltmak insanın yürek tutsaklığını sona erdirebilir.

40'ıncı ölüm yılında Pablo Neruda'nın, Şili de ve her sanatsever ülkede anıldığını anımsayınca bu yazıya dönmek elzem oldu. Yeniden taştı o duygular. Buraya sizlere akıttım o taşkını.

Duygu bavulunu boşaltmak için iyi bir gün.

***
Çağımız dostluk denen değeri yok etmiştir. Tiksinti buradan geliyor. Dünyayı yeni baştan kurarken 'dostluk' katacağız harcına. Güzellik, dostluk, aşk! Tiksintiyi yenen güçlerdir bunlar. Bunalımlar bu değerlerin yokluğundan ileri geliyor. Dostları olan, aşkları olan, güzelliği gören bir kişi bunalmaz elbet. Bunalma nedir, onu bile bilmez. Bilmeyince de tiksinmez çağından.  ALBERT CAMUS