‘İçimiz’den yazılarıma bir hafta ara verince bir meslektaşım, kardeşim, bana WhatsApp'tan ulaşarak ‘Sarı öküz’ benzetmesini yaptığı cemiyet gazetesi ile ilgili genişçe bir mesaj diyemeyeceğim ‘mektup’ göndermiş.
Hem mesleğimizi bir anlamda masaya yatıran hem de son tahlilde İzmir basınının ‘sarı öküzü’ haline getirilen cemiyet gazetesi ile ilgili de düşünmemizi sağlayan bir yazı kaleme almış.
Uzunca bir yazı olduğu için kısaltarak köşeme alıyorum:
İzmir medyası, tarihin her döneminde zor kararlarla karşı karşıya kalmıştır. Ancak günümüzün medya patronları, ekonomik kaygılar, siyasal baskılar ve giderek artan dijitalleşme dalgası ile baş ederken, bir kararın etrafında dönüp duruyorlar: “Sarı öküzü vermek mi, yoksa direnmek mi?”
Bu sorunun yanıtı, birçok gazetecinin hayatını etkiliyor. Bir imtiyaz sahibi, kurulan gazetenin bağımsızlığını kaybedip siyasi baskılara boyun eğdiğinde, aslında sadece bir taviz vermiyor; aynı zamanda o gazetede emek veren, gece gündüz çalışan, haber peşinde koşan onlarca gazetecinin de meslek onurunu satmış oluyor. Bugün gazetelerin teker teker el değiştirdiği, tiraj kaygılarının bağımsız gazeteciliği gölgede bıraktığı bir dönemde, medya patronları sarı öküzü satarken arkasında işsiz kalan, sessizce direnen ya da pes edip başka alanlara yönelen bir gazeteci ordusu bırakıyor.
Her medya kuruluşunun bir sarı öküzü vardır. Bu sarı öküz, o kuruluşun en büyük dayanağı olan bağımsızlığı ve topluma karşı sorumluluğudur. Ancak, birçok medya patronu için bu sarı öküz, zamanla pazarlık masasına yatırılacak bir koz haline gelir. Tirajların düştüğü, reklam gelirlerinin azaldığı ve dijitalleşmenin baskısının hissedildiği bir ortamda patronlar, özgürlüğü satmayı göze alabiliyorlar. Önce küçük ödünler verirler: Bir haberi görmezden gelmek, bir köşe yazarını sansürlemek veya iktidarı eleştiren bir yazıyı kaldırmak… Bunlar, uzun vadede bağımsızlık adına büyük kayıplara yol açan tavizlerdir. Ancak patronlar, sarı öküzü “ekonomik ayakta kalma” bahanesiyle satarken, geride kalan etkiler çok daha yıkıcıdır.
Sarı öküz verildiğinde, sadece gazeteciler işlerini kaybetmez; bir meslek ölür, bir inanç yıkılır. Gazeteciliğin en temel görevi, toplumu bilgilendirmek ve gerçekleri ortaya çıkarmaktır. Ancak bu görevi yerine getiremeyen bir medya organı, ne kadar büyük tirajlara sahip olursa olsun, ne kadar gelir elde ederse etsin aslında işlevini yitirmiştir. Artık dijital olarak var olsan ne olur? Kaldı mı saygınlığın, kaldı mı inancın, inandırıcılığın, kaldı mı eski gücün?
Medya patronları, sarı öküzü verirken sadece o gazetenin kimliğini değil, mesleğin onurunu da pazarlık masasına yatırıyorlar. Gazeteciler, bu değişimi gördüklerinde direnmek için çabalıyorlar. Ancak çoğu zaman, patronun sermayesi ve siyasi güç karşısında çaresiz kalıyorlar. Gazetecilik onuru adına bir süre daha kalmayı deniyorlar; ama bir gün, her haberin sansürlendiğini, her eleştirinin susturulduğunu ve her özgür ifadenin bastırıldığını fark ettiklerinde, direnmenin bir anlamı kalmıyor.
Medya patronları, kısa vadeli ekonomik kaygılarla hareket ettiklerinde, aslında sarı öküzü vermekle kalmıyorlar; aynı zamanda bir mesleği öldürüyorlar. İşsiz kalan her gazeteci, aslında sarı öküzü savunan bir kahramandır. Gazetecilik, özgürlük ve gerçekler adına direnen bu insanlar, umudun ve bağımsızlığın sembolü olmaya devam edecekler. Ve bir gün, belki de o işsiz gazetecilerin kurduğu yeni medya organları, gerçek bağımsızlık adına yeni sarı öküzler yaratmadan, sadece hakikati savunacaklar.
Medya patronlarının unutmaması gereken şey şu: Sarı öküz bir kez verildiğinde, aslanlar durmaz. Tavizler büyür, baskılar artar. Ancak bir gazeteci, onurundan ve hakikatinden vazgeçmediğinde, işsiz kalsa bile, aslında mesleğinin onurunu ve bağımsızlık umudunu yaşatmaya devam eder.
Bugün İzmir medyasında ancak İstanbul medyasının ilavelerini sarı öküz olarak tanımlayanlar sorum size: İzmir’in ‘Sarı öküz’ü hala pazarlık masasında mı?