Dış ilişkiler konusunda belirgin bir uzmanlığımız olmadığı için yazabileceklerimiz elbette sınırlı olacaktır.
Biz de yazımızın ağırlığını Suriye ile olan ilişkilerin toplumumuzda yarattığı sorunlar ve bunların sosyolojik sonuçları üzerinde yoğunlaştırabiliriz.
Böyle bir yaklaşıma gerek var mıdır? İki komşu devletin diplomatik ilişkileri olsun halklarının birbirleri ile olan ilişkileri olsun zaman içinde bazı sorunların oluşacağı kaçınılmazdır. Nitekim; Suriye ile olan ilişkilerimizde son zamanlarda olanları saymıyorum, geçmişte de bazı sorunların yaşandığı bilinmektedir.
İşte; aklınıza getirin ve anımsayın binlerce kilometre karelik mayınlanmış sınır arazisi unutulabilir mi? Sınırda yapılan kaçakçılık olaylarının hikâyelerinin edebiyat dünyamızdaki etkilerini gözünüzün önüne getirin. Nice romanlar nice hikâyeler yazılmamış mıdır? Bekir Yıldız'ın "Harran Harran"ı, Fikret Otyam'ın "Uy Babo"su unutulabllir mi?
Suriye ile olan sınırımızın doğal nitelikte olmayıp büyük ölçüde bir demiryolu hattı ile belirlenmesi elbette bütün bu gelişmelerde temel etkendir. Yalnızca o mu? İki ayrı devlette ayrı vatandaşlar olarak yaşayıp birbirleri ile olan akrabalıklarını sürdüren insanlarımızın dramı sinemalara bile konu olmamış mıdır? Kemal Sunal ile Metin Akpınar'ın baş rollerini oynadıkları "Propaganda" ne kadar etkileyici bir filmdir. Düşüncelerimizi, söylemek istediklerimizi ne kadar da güzel ve unutulmaz sahneleriyle bizlere yansıtmıştır. Haydi şöyle bir durun da geriye bakıp o filmi anımsayınız.
Rahmetli babamın görev yaptığı Siirt'in Beşiri ilçesinde (Şimdi Batman'ın İlçesi) 1956-1959 yılları arasında yaz aylarındaki tatillerimin bir bölümünü geçirmekteyken bile ilçenin en önemli sorunu kaçakçılık olayları idi. Düşünün; sınırla aramızda Mardin var, Diyarbakır var. İlçe Jandarma Komutanı Yzb. Reşat Sipahi (Reşat Bey Amcamız) kaçakçı takibine çıkar bir hafta on gün sonra eve dönünceye kadar ailece eşi Nuran Hanım Teyzemize yardımcı olmaya çalışırdık.
Bunları yazarken şimdi değerlendiriyorum da o günlerdeki hükümetlerimiz olaylara her zaman dar açılardan bakmışlar ya da olanları/olacakları önemsememişlerdir. Belki de bu düşüncelerinde Suriye'nin eski bir Osmanlı Vilayeti olarak algılanmasının da rolü olabilir.

***

Şimdilerde bile yeni hükümetlerimiz de galiba aynı düşünceleri taşıyor olmalılar ki günümüzde devasa bir sorun olarak algılanan Suriye; başlangıçta Şam'da Emeviye Camisi'nde namaz kılınmaya hazır bir hedef gibiydi .
Sonra neler mi oldu? İnanın ben kişisel olarak bu harfler karmaşasından yıldım. Çocukluk ve gençliğimizde bir USA'yı, bir NATO'yu haydi bir de belki UNESCO'yu bilirdik. Şimdi; öyle mi? Saymaya kalksam şaşırırım. PYD, YPG, IŞİD, PKK, DEAŞ ve belki de niceleri. Neyin ne olduğunu eğer ayırt edebilirsem ne mutlu bana. El Nusra'ları, El Kaide'yi, Özgür Suriye Ordusu'nu saymıyorum bile. Nereden çıktı bütün bunlar kendi Frankeştayn'ını yaratanlar gibi bizler de kendi yarattıklarımızın esiri mi olacağız? Sapla samanın böylesine birbirine karıştığı başka bir ortam daha var mıdır?
Elbette; bu kadar iç içe olduğumuz komşumuzla böylesine karışık bir ortamda bazı çakışmaların/geçişlerin olacağı kaçınılmazdı. Nitekim oldu da. Görüyor ve yaşıyoruz. Bir ülke yalnızca ordularla istila edilmez; işte biz de şimdi Suriyeli mültecilerle istila ediliverdik.
Geçen yazılarımın birinde bahsetmiştim. Bu ülke; göçler konusunda oldukça tecrübeli ve hoşgörülüdür. Osmanlı'nın toprak kaybetmesiyle birlikte kuzeyden, batıdan, kuzey doğudan gelen insanlarımız hem de savaş ortamında ülke topraklarında kendilerine yer bulabilmişlerdir.
Şimdikiler için aynı şeyleri söyleyebilmek olası mıdır? Bu yeni gelenler toplumumuzda özümsenebilecek midir? Bunun sonucunu zaman gösterecek olmakla beraber pek de umutlu olmadığımı yazmalıyım.
Esenlikle kalınız?

TÜRKÇE İÇİN EK:
OTOBANT değil OTOBAN, daha doğrusu OTOYOL (TDK Türkçe Sözlük Sh. 1822).