Geçtiğimiz hafta ülkemizde gündemi sarsan "Yenidoğan Çetesi" skandalı, hepimizin yüreğinde derin bir yara açtı. Olayı ilk duyduğunuzda muhtemelen hepiniz gibi benim de içim cız etti. Masum bebeklerin canı pahasına haksız kazanç sağlayan bir çetenin varlığı, insanın sağlık sistemine olan güvenini temelinden sarsıyor. Ancak sadece duygularımızla değil, aynı zamanda gerçeklerle ve yapılması gerekenlerle yüzleşmemiz gerekiyor.

Olayı ilk duyduğunuzda muhtemelen hepiniz gibi benim de içim cız etti. Masum bebeklerin canı pahasına haksız kazanç sağlayan bir çetenin varlığı, insanın sağlık sistemine olan güvenini temelinden sarsıyor. Ancak sadece duygularımızla değil, aynı zamanda gerçeklerle ve yapılması gerekenlerle yüzleşmemiz gerekiyor.

Bu çete, bebekleri yüksek maliyetli yenidoğan ünitelerine yönlendirmek için 112 Acil Servisi ve bazı özel hastanelerle iş birliği yaptı. Ne acıdır ki, bu skandal sadece maddi kazanç amacıyla yürütülen bir operasyon değil, aynı zamanda bebeklerin hayatlarına mal oldu. Henüz hayatlarının başında olan bu miniklerin masumiyeti üzerinden kurulan bu düzen, toplumda haklı bir öfkeye yol açtı. Ancak daha derinlere indiğimizde, bu olay sadece bir çete skandalı değil; sağlık sektöründe yıllardır biriken çürümüşlüğün bir yansıması.

Peki, bu noktaya nasıl geldik?
Hadi gelin, bir adım geri atıp olayı geniş bir perspektiften ele alalım. Sağlık hizmetleri, insanların en temel hakkıdır ve insan hayatı üzerinden ticaret yapılmamalıdır. Fakat ne yazık ki, son 20 yılda sağlık sistemimizde köklü değişiklikler yaşandı. Özellikle 2000'li yılların başında sağlık sektöründe özel hastanecilik teşvik edildi. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve diğer kamu kurumlarının hizmet alımlarıyla desteklenen bu süreç, sağlık hizmetlerini ticarileştirdi. İnsan hayatı, kâr odaklı bir sektörde bir mal haline dönüştü. Cumhuriyetçi Hekimler Birliği Başkanı Profesör Doktor Emin İrfan Gökçay, bu skandalın ardındaki ana nedenin de bu ticarileşme olduğunu açıkça belirtti. Ona göre, bu sistemin iflas etmesi kaçınılmazdı. Kendisi haklı olabilir mi dersiniz?

Bu noktada hepimizin şu soruyu sorması gerek: "Sağlık sistemi, hastalara şifa dağıtmak için mi var, yoksa işletmelere kâr sağlamak için mi?" Özel hastanelerin ayakta kalabilmek için kâr elde etmeleri gerektiği bir gerçek. Ancak bu kâr elde etme sürecinin insan hayatı pahasına yapılması kabul edilemez. Sağlık sektörünün temel misyonu olan insan hayatını koruma ilkesinden sapılmış durumda.

Alınması gereken önlemler: Ne yapmalıyız?
Peki, bu tarz skandalların önüne nasıl geçebiliriz? İlk olarak, kamu sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi elzemdir. Özel sektöre verilen desteklerin durdurulması ve devletin sağlık sistemine yeniden hakim olması gerekmektedir. Özellikle yenidoğan üniteleri gibi hassas alanlarda devletin daha aktif rol alması, bu tarz olayların tekrar yaşanmasını engelleyecektir. Bunun yanı sıra, denetim mekanizmalarının etkinleştirilmesi ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi şarttır. Sağlık sektörü içindeki çürümüşlükleri ortaya çıkarmak ve bu çeteleri ifşa etmek sadece devlete değil, hepimize düşen bir görevdir.

Bir diğer önemli nokta ise, sağlık çalışanlarının eğitim süreçleri ve etik değerler konusunda bilinçlendirilmesidir. İnsanın hayatta en güvendiği kurumların başında sağlık sektörü gelir. Ancak sağlık çalışanlarının ticari çıkarlar doğrultusunda hareket etmesi, işte bu güveni yok eder. Çalışanların vicdani sorumluluklarını hatırlatacak düzenlemeler yapılmalı ve onları bu tarz yozlaşmalara karşı koruyacak etik kurallar sıkılaştırılmalıdır.

Sonuç olarak…
"Yenidoğan Çetesi" skandalı, bize sağlık sektörümüzün en karanlık yüzünü gösterdi. Hepimizin içi yanıyor; masum bebekler bu korkunç düzenin kurbanı oldu. Ancak bu noktada öfkeyle değil, soğukkanlılıkla çözüm yollarını aramak zorundayız. Sağlık bir haktır ve ticari bir mal değildir. Devletin bu temel ilkeyi yeniden hatırlaması ve bu doğrultuda adımlar atması gerekiyor. Bizler de toplum olarak bu sürecin takipçisi olmalı, bir daha böyle skandalların yaşanmaması için sesimizi yükseltmeliyiz.

Bu skandaldan çıkarılacak en büyük ders, sağlık sektörünün kamusal bir hizmet olarak ele alınması gerektiğidir. İnsan hayatı, kâr amacıyla manipüle edilemeyecek kadar değerlidir. Sadece masum bebekler değil, hepimizin sağlığı tehlikede. Ve bu tehlikeye karşı hep birlikte dur demek zorundayız.

Unutmayalım ki, sağlıklı bir toplum güçlü bir devletin temelidir.