George Orwell, Hayvan Çiftliği adlı kitabında 'Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir' diyor. Peki ya toplumlar, ya da onu oluşturan insanlar eşit mi? Robert B. Edgarton Hasta Toplumlar adlı kitabına Orwell'ın ünlü nüktesine gönderme yaparak, 'Bütün toplumlar hastadır ancak bazı toplumlar daha hastadır...' cümlesi ile başlıyor ve toplumların geleceğini tehdit eden geleneksel inanç ve uygulamalara dikkat çekiyor.

Edgarton'a göre, toplumların devam eden gelenek ve görenekleri her zaman toplumun yararına olmayabilir, bazı durumlarda gelenek ve görenekler bir toplumu hasta edip yok edebilir. Doğan Cüceloğlu, bu görüş ile ilgili olarak 'Hasta Toplumlar'ın Türkçe baskısı için yazdığı önsözde şöyle diyor:

Her toplumun tanımlama ve değerlendirme sistemleri vardır. Tanımlama sistemleri o toplumun olaylar karşısında 'ne' sorusunun cevabını, değerlendirme sistemleri ise 'niçin' sorusunun cevabını verir. 'Niçin' cevabının temelinde toplumun iyi ve doğruları yani ahlak nizamı vardır. Bazı ahlak nizamları zamanla hasta toplumlar, bazı ahlak nizamları ise zamanla güçlü ve sağlıklı toplumlar inşa ederler...

Cüceloğlu 'hasta ya da sağlıklı' ayrımı yapmadan her toplumun tanımlama ve değerlendirme sistemi olduğunu belirtiyor. Bugün, tanımlama sistemini çalıştırarak, 'Toplumun birinci gündem maddesi ne?' diye bir soru sorsak, sorunun cevabı ne ekonomik kriz ne El Bab'dan hemen her gün gelen şehit haberi olur. Herkes isteyerek ya da mecburen 16 Nisan'da yapılacak anayasa değişikliği referandumuna odaklanmış durumda.

Ama sistemde bir sorun var. Tanımlama noktasında değil, daha çok değerlendirme kısmında. Bu anayasa değişikliği 'niçin' yapılıyor diye sormuyor kimse. Ortada bizim ve çocuklarımızın geleceğini tamamen değiştirecek, Cumhurbaşkanına Meclis'i feshetme yetkisi de dahil olmak üzere olağanüstü yetkiler veren 18 maddelik bir anayasa değişikliği var. Ama özellikle toplumun belirli bir kesimi bu değişiklik ne getiriyor, hayatımızdan, günümüzden, geleceğimizden neleri alıp götürecek diye sormuyor.

Sormuyorlar; çünkü olayları ya şahsi olarak ya da -zamanla birilerine hizmet eder hale gelen- ideolojik ve geleneksel birikimlere göre değerlendiriyorlar. Şahsi çıkarları uğruna, başkalarının hayatını hiçe sayanların sayısı her geçen gün artıyor. Ahlaki çöküntü, zamanla gelenek ve göreneklerin de içini boşaltıyor. Kesin inançlılar ülkesinin çok yüzlü insanları olarak, samimiyeti, saflığı, iyiliği, merhameti yitirdik. 'Niçin' diye sormayanlar, 'niçin'e verilecek cevabın temelindeki iyi ve doğrulardan korkuyorlar. Ahlak nizamı yok olduğu için, o sorunun cevabını duymak istemiyorlar.

Ahlaki değerler ufalandıkça, hasta toplumlar sınıfında zirveye her geçen gün bir adım daha yaklaşıyoruz. Bu başarısızlık hepimizin...